‘Vahid olan zamirle vasıflandırılamaz’

İmam Rıza (a.s), İmran’a buyurdu ki: “Şunu bilesin ki Vahid (tek vücut), zamirle vasıflandırılamaz; onun için ‘yaptı’ demekten başka şey denilemez. Mahlûkatta olduğu gibi O’nun hakkında yön ve cüzler düşünülemez”

<‘Vahid olan zamirle vasıflandırılamaz’

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

İmam Rıza (a.s.), kelam âlimi İmran ile yaptığı münazarada buyurdu ki:

İmam (a.s): "Ey İmran! Bunu bilmiş ol ki, eğer Allah yarattıklarını onlara ihtiyacı olduğu için yaratsaydı, sadece ihtiyacını karşılayacağı yaratıkları yaratır ve bu yaratıklarının birkaç katını yaratması da uygun olurdu. Çünkü yardım edenler ne kadar çok olursa, yardım alan o kadar güçlü olur.

Ey İmran! Bu durumda ihtiyaçlar bitmezdi ve her şeyi yarattıkça diğer bir hacet onda icat olurdu (bir şeyi olup da diğer bir şeye ihtiyaç duyan insanlar gibi olurdu). İşte bunun için diyorum ki, mahlûkatı bir ihtiyaçtan dolayı yaratmadı ama bu yaratışta ihtiyaçları bazılarından bazılarına intikal ettirdi ve üstün kıldığına hiçbir ihtiyacı olmaksızın ve aşağı kıldığından hiçbir intikam almaksızın bazılarını bazılarından üstün kıldı. İşte bu sebepten dolayı mahlûkatı yarattı."

İmran: "Efendim, o mevcut kendiliğinden, kendi yanında belli miydi (kendisini tanıyor muydu)?"

İmam (a.s): "Bir şeyin tanınıp bilinmesi, başkalarından ayırt edilebilmesi ve varlığının sabit ve tanınmış olabilmesi içindir. Orada O'na muhalif olacak bir şey yoktu ki onu belirtmekle o şeyi kendisinden nefyetmeye ihtiyaç duymuş olsun. Yani, bir tek mevcut olduğu için buna gerek yoktu. Anladın mı ey İmran?"

İmran: "Yemin ederim ki anladım efendim. Acaba bildiği şeyleri nasıl anlıyordu? Zamir vasıtasıyla mı, yoksa değişik bir yolla mı?"

İmam (a.s): "O'nun ilmi zamir vasıtasıyla olursa o zamiri tanımak için belli bir sınır kararlaştırılmaz mı?"

İmran: "Kararlaştırılır."

İmam (a.s): "Öyleyse o zamir nedir?"

İmran sustu ve cevap vermedi.

İmam (a.s): "Önemli değil, eğer senden bu zamiri başka bir zamir vasıtasıyla mı tanıyorsun, diye soracak olursam ve sen de evet dersen, kendi söz ve iddianı bâtıl etmiş olursun. Ey İmran!

Şunu bilesin ki Vahid (tek vücut), zamirle vasıflandırılamaz; onun için 'yaptı' demekten başka şey denilemez. (nasıl, ne ile diye sorulmaz) ve mahlukatta olduğu gibi O'nun hakkında yön ve cüzler düşünülemez. Bunları iyice anla ve doğru bildiklerini de bu esas üzere ayarla."

İmran: "Efendim, bana O'nun hilkatinin sınırlarının niteliği, manaları ve çeşitleri hakkında haber verir misin?"

İmam (a.s): "Soru sordun, o halde dikkatlice dinle; O'nun hilkatinin sınırları altı kısım üzeredir: Hissedilir, ağırlıklı, görülebilir, ağırlıksız (ruh gibi) başka bir kısım görünür ama ağırlığı yoktur, hissedilmez, dokunulmaz, renk ve tadı yoktur; takdir (miktar), araz (özle ilgili bulunmayan), sûret, uzunluk ve genişliği de yoktur. Amel ve hareket de onlardandır ki, eşyaları meydana getirir, onları halden hale sokar, artırır ve eksiltirler. Ama amel ve hareketler yok olur. Çünkü gerektikleri zamandan başka onlara ihtiyaç yoktur; iş tamamlandığı zaman hareket biter ama eseri kalır; aynen söz gibi kendisi gider fakat eseri kalır."

(devam edecek…)