O’nun hakikati akılla kavranamaz.....

İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki: "Allah'a işaret etmek isteyen gerçekte O'na doğru yönelmemiştir; O'nu teşbih eden gerçekte O'nu kastetmemiştir; Allah'ın cüzleri olduğuna inanan gerçekte O'nun karşısında boyun eğmemiştir; akli gücü ile O'nun hakikatini derk etmek isteyen, gerçekte Allah'ı irade etmemiştir (O'na doğru yönelmemiştir)"

<O’nun hakikati akılla kavranamaz.....

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

Kasım bin Eyyub el-Alevî diyor ki:

Memun, İmam Rıza (a.s)'ı kendine veliaht yapmaya karar verdiğinde Haşimoğullarını (burada Haşimoğullarından maksat Abbasoğullarıdır) etrafına toplayarak şöyle dedi: "Ben kendimden sonra Rıza (a.s)'ı kendi yerime halife tayin etmeye karar verdim." Abbasoğulları mensupları, hasetlerinden dediler ki: "Sen, hilafet ve siyaset hakkında hiçbir bilgisi olmayan birisini mi kendine veliaht yapmak istiyorsun? Birisini yollayarak onu buraya getirt de onun kendi aleyhine delil olacak cehaletlerinden bazı örnekleri yakından gör!"

Memun bunun üzerine İmam Rıza (a.s)'ı çağırttı. Abbasiler dediler ki: "Ey Ebu'l- Hasan! Minbere çıkarak Allah Teâlâ'yı doğru tanıyıp o esasa göre ona ibadet edebilmemiz için bizi aydınlat."

İmam Rıza (a.s) minbere çıkarak başını önüne eğdi ve bir müddet sohbet etmeyerek o halde oturdu. Daha sonra hareket ederek yerinden ayağa kalktı. Allah'a hamd ve senada bulunup Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine selam gönderdikten sonra şöyle buyurdu:

"Allah'a ibadet etmedeki ilk aşama onu tanımaktır; Allah'ı tanımanın temeli ise onu bir bilmektir. Allah Teâlâ'yı bir bilmenin nizamı (esası) ise, O'nu (zatının dışındaki) sıfatları O'ndan nefyetmektir. Çünkü insanın aklı şahitlik etmektedir ki; sıfat ve sıfatlananın bir araya gelmesiyle oluşan her şey mahlûktur. Her mahlûk da şehadet etmektedir ki; kendisini yaratan bir yaratıcısı vardır ve O yaratıcı ne sıfattır, ne de sıfatlanmış olan. Her sıfat ve sıfatlanan devamlı birlikte olmak zorundadır. İki şeyin devamlı birlikte olması; onların sonradan yaratılmış olduğuna delalet eder. Yaratılmış olmak ise, ezelî olmakla çelişmektedir. Öyleyse Allah Teâlâ'yı künhünü yaratıklarına benzeterek O'nu tanımaya çalışan gerçekte O'nu tanımamıştır. Allah Teâlâ'nın künhünü kavramaya çalışan gerçekte tevhide inanmamıştır; O'nun benzerinin olduğuna inanan, hakikatini anlamamıştır; O'nun bir nihayeti olduğunu farz eden, O'nu tasdik etmemiştir; O'na işaret etmek isteyen gerçekte O'na doğru yönelmemiştir (başka bir yöne yönelmiş ve başka bir vücuda işaret etmiştir); O'nu teşbih eden gerçekte O'nu kastetmemiştir; Allah'ın cüzleri olduğuna inanan gerçekte O'nun karşısında boyun eğmemiştir; akli gücü ile O'nun hakikatini derk etmek isteyen, gerçekte Allah'ı irade etmemiştir (O'na doğru yönelmemiştir). Nefsi ve zatı vasıtasıyla tanınan her şey yapmadır (sonradan yaratılmıştır). Başkasında kaim olan (varlığı başkasının varlığına bağlı olan) her şey mâlul (muhtaç olduğu sebep vesilesiyle var olan) ve illete (sebebe) muhtaçtır. Allah Teâlâ'nın varlığına, yaratıkları vasıtasıyla delil getirilmektedir. Allah'ın kulları yaratması, kendisiyle kulları arasında bir perdedir. Allah'ın kullarından uzaklığı (maddi ve mekânsal bir uzaklık değil), O'nun varlığının kulların varlığının nitelikleriyle farklı olmasından kaynaklanmaktadır."

(devam edecek...)

(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)