‘İmamet, dini tamamlayan meseledir’

İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki: "İmamet meselesi, dini tamamlayan ve onu kemale erdiren bir meseledir. Hz. Resûlullah (s.a.a), dinin nişanelerini ümmetine açıklamış, Hz. Ali (a.s)'ı onlara bir imam ve kılavuz tayin etmiş ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklamıştır"

<‘İmamet, dini tamamlayan meseledir’

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

Abdulaziz bin Müslim şöyle diyor:

Ali bin Mûsa-i Rıza (a.s) zamanında Merv'de idik. O şehre vardığımız ilk gün, yani Cuma günü merkez camiinde toplandık. Halk, imamet meselesini ve insanlar arasında bu konuyla ilgili pek çok ihtilafın olduğunu konuşup tartışıyordu. Ben efendim ve mevlam İmam Rıza (a.s)'ın yanına varıp halkın konuştukları meseleyi kendilerine arz ettim. İmam (a.s) tebessüm ederek şöyle buyurdular:

"Ey Abdulaziz! Halk cahil kalıp hileyle dinlerinden sapmış. Allah Tebarek ve Teâlâ dinini peygamberi için tamamlamadıkça ve içinde her şeyin beyanı olan Kur'an'ı O'na indirip helal, haram, hudut, ahkâm ve ihtiyaç duyulan her şeyi tamamıyla açıklamadıkça peygamberinin ruhunu almadı. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: 'Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.' (Enam/38). Allah Teâlâ, Resûlullah'ın (s.a.a) ömrünün sonunda vaki olan Veda Haccı'nda şu ayeti nazil etti: 'Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslam'ı seçip beğendim.' (Mâide/3).

İmamet meselesi, dini tamamlayan ve onu kemale erdiren bir meseledir. Hz. Resûlullah (s.a.a) vefatından önce, dinin nişanelerini ümmetine açıklamış, onun yollarını onlara izah etmiş, onları doğru yola iletmiş, Hz. Ali (a.s)'ı onlara bir imam ve kılavuz tayin etmiş ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklamıştır. Kim Allah'ın kendi dinini kâmil etmediğini düşünürse gerçekte Allah'ın Kitabı'nı reddetmiştir; Allah'ın Kitabı'nı reddeden de kâfirdir. Acaba halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki konumunu biliyor mu ki, onların bu konudaki seçimleri de doğru olabilsin?

İmametin, kadri ve değeri halkın kendi akıllarıyla ulaşabileceğinden veya kendi görüşleriyle anlayabileceğinden ya da kendi seçimleriyle bir imamı seçebileceğinden daha büyük; şanı daha ulu, makamı daha yüce, alanı daha engin, dibi daha derindir. İmamet öyle bir makamdır ki, Allah Teâlâ

İbrahim (a.s)'ı nübüvvet ve halillik (Allah'ın dostu olma) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla onun adını yüceltmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Ey İbrahim! Ben seni insanlara imam kılacağım.' (Bakara/124) İbrahim (a.s) sevinçle 'Benim zürriyetimden de mi?' dediğinde Allah Teâlâ, 'Benim ahdim zalimlere ulaşmaz' buyurdu. Bu ayet kıyamete kadar her zalimin imametini iptal etmektedir. Böylece imamet, ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmış oldu. Sonra Allah (c.c) imameti Hz. İbrahim'in soyundaki seçkin ve temiz insanlara vererek ona ikramda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: 'Ve ona (İbrahim'e) İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yâkub'u ve hepsini de salih kişiler kıldık ve onları kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işleri; namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik ve onlar, bize ibadet eden kişilerdi.' (Enbiya/72-73).

İşte imamet böylece sürekli olarak onun neslinde bâki idi; Hz. Peygamber (s.a.a) onu miras alıncaya kadar daima asırdan asra, nesilden nesle imameti birbirinden miras alıyorlardı. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: 'İbrahim'e gerçekten yakın olanlar, ona uyanlarla bu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah inananların dostu ve yardımcısıdır.' (Âl-i İmran/68)."

(bu bahis devam edecek...)