‘Bütün başlangıçlardan önce vardı’

İmam Rıza (a.s.) şöyle buyurdu: “Allah’ın zamanı ve mekânı yoktur. Uyuklamaz. Muhtelif sıfatlara sahip olmak, O’nu sınırlayamadığı gibi vesileler de O’nu sınırlayamaz. O hem zaman ve hem de yokluktan önce vardı. Bütün başlangıçlardan önce vardı”

<‘Bütün başlangıçlardan önce vardı’

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

İmam Rıza (a.s), tevhit bahisli hutbesine şöyle devam etti:

"Yaratıkların bir başlangıcının olması, kullar için Allah'ın ezeli oluşuna bir delidir. Çünkü başlangıcı olan bir şey, başka bir şeyin başlangıç nedeni olamaz. Allah Teâlâ'nın mahlûklarına vesile ve uzuvlar vermesi kendisinin bu vesilelere ihtiyaç duymadığının göstergesidir. Çünkü vesileler, sahibinin acizlik ve fakirliğinin göstergesidir. O'nun isimleri tabir, fiilleri tefhim (anlatma), zatı hakikat, künhü mahlûklardan ayrılması, bekası ise diğer varlıkların sınırıdır. Allah'ı vasfetmeye kalkışan O'nu tanımamıştır. O'nu düşüncesiyle kuşatmaya yeltenen gerçekte ondan geçip (onu bırakıp) başka bir şeyi kuşatmıştır; Allah'ın künhünü kavramaya kalkışan yanılmıştır.

Kim Allah'ın nasıl olduğunu sorsa O'nu mahlûklara benzetmiştir; kim Allah'ın niçin, nasıl, hangi yoldan, var olduğunu sorsa, O'nun için illet (sebep) düşünmüştür; kim 'Allah ne zamandan beri vardır?' diye sorsa, O'nun için vakit tayin etmiştir; kim 'Allah nerededir?' diye sorsa O'nun mekânı olduğunu zannetmiştir; kim Allah'ın haddini -nereye kadar olduğunu- sorsa, O'nun için (mekân açısından) bir son düşünmüştür; kim Allah ne zamana kadar vardır? diye sorsa onun için bir süre tanımıştır (zaman açısından bir son düşünmüştür); her kim O'na süre tanısa, O'nun için bir sınır çizmiştir; O'na sınır çizen O'nu cüzler (noktalar, parçalar) halinde düşünmüştür; cüzlere ayıran da O'nu vasıflandırmıştır. Her kim O'nu vasfederse, sapıklığa düşmüştür.

Allah Teâlâ mahlûkların değişimiyle değişime uğramaz, o sınırlanmışın sınırlılığıyla da sınırlanmaz. Birdir ama birliği sayısal değildir. O, zahirdir ama O'na dokunulamaz. Aşikârdır ama görülmez. Bâtın ve saklıdır ama kullarından ayrı değildir. Uzaktır ama uzaklığı mesafe açısından değildir. Yakındır ama mekân yakınlığı yönünden değil. Latiftir ama cisimsel olarak değil. Vardır ama yokluktan sonra değil. Faildir ama failliği mecbur olarak değildir. Takdir edendir (karar alandır) ama fikirle değil. Tedbir edendir ama hareketle değil. İrade edendir ama kararla değil. İsteyendir ama himmetle değil. İdrak edendir ama vesileyle değil. Duyan ve görendir ama kulak ve gözle değil.

Zamanı ve mekânı yoktur. Uyuklamaz. Muhtelif sıfatlara sahip olmak, O'nu sınırlayamadığı gibi vesileler de O'nu sınırlayamaz. O hem zaman ve hem de yokluktan önce vardı. Bütün başlangıçlardan önce vardı. Duyu organlarını yaratması, onda duyu organı olmadığının delilidir. Cevherleri yaratması, onun cevherlerden teşkil olmadığının delilidir. Eşya arasındaki icat etmiş olduğu zıtlıktan kendisinde hiçbir zıtlığın olmadığı anlaşılmaktadır. İşler arasında icat ettiği ahenk ve birliktelikten kendisiyle birlikte olan hiçbir şeyin olmadığı anlaşılmaktadır. Aydınlık ve karanlık, açıklık ve gizlilik, kuruluk ve yaşlık, soğukluk ve sıcaklık arasında zıtlık icat etmiştir. Birbirinden uzak şeyleri birbirlerine yakınlaştırmış ve birbirlerine yakın olan şeyleri ise birbirinden ayırmıştır. Bunların ayrılık ve yakınlığı, onları yakınlaştıran ve uzaklaştıran birinin varlığına bir delildir.

'Her şeyden iki çift yarattık, ta ki düşünüp öğüt alasınız' (Zâriyat/49) ayeti bahsedilen bu meseleye işaret etmektedir. Bunlarla öncelik ve sonralık arasında ayrılık icat etti ki, kendisinin öncesi ve sonrasının olmadığı belli olsun. Yaratıklardaki içgüdüler, onlara bu güdüleri verenin güdüsüz olduğunun nişanesidir. Varlıklar arasındaki farklılık ve eksiklikler, onları bu şekilde yaratanın her türlü eksiklikten uzak olduğunun göstergesidir. Varlıkların zamanlı oluşları, onları zamanlı yaratanın zamansız olduğunun delilidir. Varlıkların bazılarını bazılarına saklı kıldı ki kendisiyle varlıklar arasında hiçbir hicabın olmadığı anlaşılsın." (devam edecek…)

(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)