‘Allah’ın ilk mahlûku ibdâdır’

‘Ol’ Allah’ın yaratmasıdır; onun vasıtasıyla yaratılan şey de mahlûktur. Allah’ın ilk mahlûku ibdâdır (yoktan var etmektir); onda ağırlık, hareket, işitilebilirlik, renk ve hissedilebilirlik yoktur. İkinci mahluku ise harflerdir; (onlarda da) ağırlık ve renk yoktur; işitilebilir ve vasfedilebilir bir mahiyettedirler ama görülebilir bir kabiliyete sahip değillerdir 

<‘Allah’ın ilk mahlûku ibdâdır’

(...dünden devam)

TÜRK-AZ HABER / EHL-İ BEYT

Kelam âlimi İmran, İmam Rıza'ya (a.s.) sorularına devam etti: "Efendim, Allah'ın birliği hakikatle mi yoksa vasıfla mı anlaşılır?"

İmam (a.s): "Vahidi (tekliği) icat eden Allah Teâlâ önceden var olan mevcudun aynısıdır. Onunla bir şey olmaksızın sürekli tekti; birdir ve ikincisi yoktur. Ne malumdur, ne de meçhul; ne muhkemdir, ne de müteşabih; ne mezkurdur, ne de mensi (ne hatırlanandır, ne de unutulan). Ona kendisinden başka eşyalardan birisinin ismi verilecek bir şey de değildir; (özel) bir vakitte var olup belli bir vakte kadar kalacak bir mevcut da değildir. Ne bir şey vasıtasıyla ayakta durmuştur, ne de bir şeye kadar ayakta duracaktır. Hiçbir şeye dayanmadığı gibi, hiçbir şeyde de saklanmamıştır. Bunların hepsi mahlûkatın yaratılmasından öncedir. Zira kendisinden başka hiçbir şey yoktu. O'na taktığın her sıfat, bir takım hadis (yaratılmış) olan sıfatlar ve anlamaya sebep olan bir tercümandır.

Bilmelisin ki; ibdâ (icat etmek), meşiyet ve irade, üç isim olduğu halde manaları bir şeydir. Onun ilk ibdâ, irade ve meşiyeti, her şey de esas idrak edilen her şeye kılavuz ve her soruya açıklayıcı kılan harflerdir. Bu harfler vasıtasıyla hak bâtıldan, fiil mefulden ve mana manasızlıktan ayrılır. Bütün her şey, bu harfler üzerine toplanmıştır. Harflere, yaratılışında kendilerinden başka sonu olan ve vücûdî bir mana verilmemiştir. Zira onlar, icat edilerek yaratılmışlardır. Bu arada Allah'ın ilk fiili nurdur; ki onun kendisi de yer ve göklerin nurudur. İşte harfler bu fiilin sonucudur ve konuşmanın aslı bu harflerledir. Allah'ın yarattıklarına öğretmiş olduğu ibaretlerin hepsi otuz üç harftir, bunlardan yirmi sekiz tanesi Arapça'ya aittir. Yine yirmi sekiz harften yirmi ikisi Süryanî ve İbrânice'ye aittir. Geriye kalan beş harf ise, çeşitli bölgelerde bulunan diğer acem dillerinde dağılmıştır. Bu beş harf, yirmi sekiz harften ayrılan harflerdir. İşte böylece harfler, otuz üç harf olmuştur. Bu beş harf, bazı sebeplerden dolayıdır ki söylediklerimizden fazla açıklanması caiz değildir. Sonra harfleri sayıp sayılarını sağlamlaştırdıktan sonra onları kendi fiili olarak karar verdi. Aynen Allah'ın şu buyruğu gibi: 'Ol dedi, oluverdi.' Burada 'Ol' Allah'ın yaratmasıdır; onun vasıtasıyla yaratılan şey de mahlûktur. Allah'ın ilk mahlûku ibdâdır (yoktan var etmektir); onda ağırlık, hareket, işitilebilirlik, renk ve hissedilebilirlik yoktur. İkinci mahluku ise harflerdir; (onlarda da) ağırlık ve renk yoktur; işitilebilir ve vasfedilebilir bir mahiyettedirler ama görülebilir bir kabiliyete sahip değillerdir. Allah Teâlâ'nın üçüncü mahlûku ise dokunulur ve hissedilir mahiyetteki her şeydir; tadıla- bilme ve görülebilme özelliğine sahiptir. Allah Tebarek ve Teâlâ ibdâdan öncedir. Zira O'ndan önce ve O'nunla beraber hiçbir şey yoktu. İbdâ da harflerden öncedir. Harfler kendilerinden başka bir şeye delalet etmezler."

Bu arada Halife Memun, "Nasıl olur da kendilerinden başka bir şeye delalet etmezler?" diye sordu.

İmam (a.s) buyurdu ki: "Zira Allah Teâlâ, onları manadan başka bir şey için bir araya toplamaz (bir mâna teşkil etmeleri için birbirlerinin yanında toplar). Onlardan dört, beş, altı, daha çok veya daha az harfi bir araya getirdiği zaman önceden olmayan yeni bir mana ortaya çıkar."

İmran: "Biz bunu nasıl anlayabiliriz?"

İmam (a.s): "Bu konu şöyle açıklanabilir: Harfleri zikrettiğinde amacın onlardan başka bir şey değilse elif, bâ... diye tek tek zikreder ve sonuna kadar sayarsın. Böylece kendilerinden başka bir mana bulamazsın. Ama onları bir araya getirerek istediğin her hangi bir mana için isim ve sıfat oluşturmak istersen kendi mana ve sıfatlandırdığı şeye delalet ederler. Söylediklerimi anladın mı?"

İmran: "Evet."

(bu bahis devam edecek…)