Resulullah’ın peygamberliğinin mucizeleri.....

Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) dini ve daveti evrenseldir; belli bir kavim veya bölgeye has değildir. Nitekim Kur’an şöyle buyuruyor: “Biz, Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik'

<Resulullah’ın peygamberliğinin mucizeleri.....

Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) dini ve daveti evrenseldir; belli bir kavim veya bölgeye has değildir. Nitekim Kur'an şöyle buyuruyor: "Biz, Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik."
 
Yine buyuruyor ki: "(Ey Muhammed), Biz, Seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik." 

İşte bu nedenle, O Hazretin davetlerinde "insanlar" kelimesini kullanarak, "Ey insanlar! Elçi size, Rabbinizden gerçeği getirdi. Kendi yararınıza olarak (O'na) inanın"   buyurulmaktadır.

O Hazret, davetine başladığı zaman, doğal olarak ilk önce, kendisinden önce bir uyarıcı gelmeyen kavmini uyardı:

"Hayır, o, Senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi, doğru yola gelsinler diye uyarman için Rabbinden (Sana indirilen) gerçektir."

Fakat bu, O Hazretin risalet alanının belli bir grubu aydınlatmayla sınırlı olduğu anlamına gelmez.

Nitekim bazen Kur'an-ı Kerim belli bir grubu davet ederken, aynı zamanda hemen peşinden O'nu, davetinin ulaşabileceği kimseler için de hüccet sayarak şöyle buyuruyor:

"Bu Kur'an Bana vahyolundu ki, O'nunla sizin ve (O'nun) ulaştığı herkesi uyarayım." 

Peygamberler, davetleri ister evrensel olsun, ister bölgesel, getirdikleri dine öncelikle kendi kavimlerini davet etmelidirler. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

"Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (emredildikleri şeyleri) açıklasın." 

Fakat dediğimiz gibi, bir peygamberin kendi kavminin diliyle gönderilmesi, kesinlikle davetinin o kavimle sınırlı olduğu anlamına gelmez.

Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) peygamberliği son peygamberliktir; nitekim onun dini de son din ve kitabı da semavî kitapların sonuncusudur.

Yani O'ndan sonra başka bir peygamber gelmeyecek ve O'nun dini kıyamete kadar ebedî kalacaktır. Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) son peygamber oluşundan şu iki konu anlaşılmaktadır:

1- İslam dini, kendinden önceki dinleri feshetmiş ve onun gelişiyle geçmiş dinler resmiyetlerini kaybetmişlerdir.

2- Gelecekte başka semavî bir din gelmeyecektir ve yeni bir semavî din iddiası artık kabul edilmeyecektir.

Hatemiyet konusu, hiç kimseye şüphe bırakmayacak bir şekilde, Kur'an-ı Kerim ve hadislerde apaçık söz konusu edilmiştir. Bu konudaki belgelerden bazılarına işaret ediyoruz:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir." 

"Hatem" yüzük anlamındadır. İslam dininin geldiği dönemde, yüzüklerin kaşı mühür olarak kullanılıyordu. Mektubun bittiğini bildirmek için onunla mektupları mühürlerlerdi.

Bu noktayı göz önünde bulundurursak, yukarıdaki ayetin anlamı şudur: İslam peygamberinin gelişiyle, peygamberlik belgesine bitiş mührü vurularak peygamberlik dosyası kapandı.

Ayrıca "risalet", vahiy kanalıyla elde edilen mesajları ulaştırmak ve iblağ etmek anlamında olduğundan, doğal olarak nübüvvetsiz İlahî risalet de olmayacaktır ve sonuçta peygamberliğin bitişi risaletin de bitişidir.

(Hatemiyete tanıklık eden ayetler, yukarıdaki ayetle sınırlı değildir; bu konuda, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) son peygamber olduğuna tanıklık eden altı nass daha vardır. 

Bu konuda çeşitli hadisler arasından, "Menzilet" hadisine değinmemiz yeterli olacaktır: Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.), Tebuk Savaşı'nda Ali'yi (a.s.) Medine'de kendi yerine bırakınca O'na şöyle buyurdu:

"Ya Ali! Sen Bana, Harun'un Musa'ya olduğu menzilede olmak istemez misin? Ancak Benden sonra peygamber yoktur." 

Mütevatir "Menzilet" hadisi dışında, hatemiyetle ilgili hadisler de icmâli tevâtür şeklinde nakledilmiştir. 

İslam dininin ebediyetinin sırrı iki şeyde saklıdır:

a- İslam dini, insanoğlunun İlahî hidayetlerle tabii ve fıtrî ihtiyacını temin etmek için daha mükemmel ve iyisi düşünülmeyecek en mükemmel programı sunmuştur.

b- Amelî hükümler alanında da insanoğlunun her türlü ihtiyaçlarını temin edebilecek bir takım kapsamlı ve sabit ilkeler sunmuştur.

Bunun en açık tanığı, İslam (ve özellikle Ehl-i Beyt) ulemasının on dört asır boyunca İslam toplumlarının amelî ahkâm alanında tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmiş ve bugüne kadar İslam fıkhının cevap vermekten aciz kaldığı bir durumla karşılaşılmamış olmasıdır. Bu hedefin gerçekleşmesinde faydalı ve etkili olan şeyler şunlardır:

1- Aklın Hüccet Oluşu: Aklın hakemlik yetkisi olduğu durumlarda itibarı ve hüccet oluşundaki yeterliliği, hayat boyunca insanoğlunun vazifelerini ispatlamanın yollarından biridir.

2- Önemli Bir Konuyla Çeliştiğinde Daha Önemli Olanı Gözetmek: İslam hükümlerine göre, eşyalarda bir takım gerçek ölçülerin, zâtî (veya arizî) maslahat ve mefsedelerden kaynaklandığını; bunların bazılarını akıl elde edebilirken, diğer bazılarını da şeriatın beyan ettiğini bilmekteyiz.

Bu ölçülerin tanındığı durumlarda, doğal olarak fakih, bunların birbirleriyle çelişmeleri halinde, daha önemli olanı daha az önemli olana tercih ederek sorunu halledebilir.

3- İctihad Kapısının Açık Oluşu: İctihad kapsının İslam ümmetine açık oluşu -ki bu konu Ehl-i Beyt Ekolü'nün imtiyaz ve iftiharlarındandır- İslam dininin hatemiyetini garanti eden etkenlerdendir.

Çünkü diri ve sürekli ictihad sayesinde, sürekli yeni mesele ve olayların hükmü İslam dininin genel kurallarından çıkarılıp istinbat edilmektedir.

4- Sanevî Hükümler: İslam dininde, ilk etapta uyulması gereken ahkâm-ı evveliye dışında, birçok sorunları halledebilecek birtakım sanevî hükümler vardır.

Örneğin, bir hükmü bir konuya tatbik etmek sıkıntı ve zorluğa neden olur veya kişilerin zarar ve ziyan görmesini gerektirirse, sıkıntı veya zararı nefyeden genel kurallar (fıkıhta açıklanan şartlarla) çıkmazları halletme ve sıkıntıları gidermede şeriata yardımcı olurlar.

Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "O (Allah), dinde size bir güçlük yüklemedi." 

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır: "(Dinde) zarar vermek ve zarar görmek yoktur."

İşte bu iki kurala ve benzerlerine sahip olan bir mektebin izleyicileri, hiçbir zaman yaşamlarında çıkmazla karşılaşmazlar.

Hatemiyet konusuyla ilgili kelam kitaplarında geniş şekilde bahsedilmiştir; dileyenler bu kitaplara müracaat edebilirler.

İslam dininin özelliklerinden biri, mefhum ve hükümlerinin kolay bir şekilde anlaşılır ve mutedil oluşudur.

Bu özelliği, İslam dininin dünyanın çeşitli kavim ve milletleri arasında nüfuz edip yayılmasında en önemli etkenlerden biri sayabiliriz.

İslam, Allah'a tapma konusunda, her türlü belirsizlik ve karışıklıktan uzak olan hâlis ve apaçık bir tevhidi söz konusu etmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de geçen İhlâs Süresi tek başına bu iddiamızı doğrulayabilir. Nitekim bu kutsal kitap, insanın konumu konusunda da takva ilkesine dayanmaktadır ki, bizzat bu da tüm yüce ahlâkî özellikleri kapsamaktadır.

Amelî hükümler alanında da İslam dini her türlü zorluk ve sıkıntıyı reddetmekte ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.) kendisini kolay ve rahat dinin getiricisi olarak tanıtmaktadır: "Ben kolay bir dinle geldim."

İnsaflı ve garezsiz araştırmacılar, hatta Müslüman olmayan bilginler bile, İslam dininin hızla yayılmasında en önemli etkenin, bu dinin hükümlerinin açık ve kapsamlı oluşu bilmişlerdir.

Örneğin, meşhur Fransız bilgin, Doktor Gustave Le Bon diyor ki:

"İslam'ın ilerlemesinin sırrı, onun kolay oluşunda saklıdır. İslam, diğer dinlerde örnekleri oldukça fazla olan, sağlıklı aklın kabullenmekten sakındığı konulardan uzaktır.

Ne kadar düşünürseniz düşünün, İslam'ın temel ilkelerinden daha kolayını bulamazsınız.

İslam diyor ki: Allah birdir; tüm insanlar Allah karşısında eşittirler; insan birkaç dinî vecibeyi yerine getirmekle cennet ve saadete ulaşır ve onlardan yüz çevirmekle de cehenneme düşer.

İslam hükümlerinin bu açıklık ve kolaylığı, bu dinin dünyada yayılmasında büyük yardımı dokunmuştur. Bundan daha önemlisi, İslam'ın kalplere işlediği o sağlam imandır, hiçbir şüphenin gideremediği muazzam bir imandır bu.

İslam, bilimsel keşifler için her dinden daha münasip ve daha yumuşak olduğu gibi, insanları affetmeye teşvik etmede de nefisleri temizlemeyi ve ahlakî değerleri üstlenebilecek en büyük dindir."

Önceki peygamberlerin sunduğu semavî kitaplar, maalesef onlardan sonra, tedricen bencil kişilerin garezli eylemleri sonucu tahrif edilmiştir. Bu konuyu, Kur'an-ı Kerim dışında tarihî şahitler de teyid etmektedir." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)