İmam Rıza’ya, Firavun’un iman etmesi soruldu

Allah-u Teala, neden Firavun iman ettiği ve O’nun tevhidini ikrar ettiği halde yine de onu gark etti?

<İmam Rıza’ya, Firavun’un iman etmesi soruldu

TÜRK-AZ HABER / İMAN VE İNSAN

Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus el-Nişaburî metindeki senetle İbrahim bin Muhammed el-Hemedanî'den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s.)'a şöyle arz ettim:

"Allah-u Teala, neden Firavun iman ettiği ve O'nun tevhidini ikrar ettiği halde yine de onu gark etti?"

İmam (a.s.) cevaben şöyle buyurdular: Çünkü Firavun, azabı gördüğü zaman iman getirmişti. Azap görüldüğü zaman iman etmek geçersizdir. Allah-u Teala'nın geçmiş ve gelecek ümmetler hakkındaki hükmü budur. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

'Onlar, bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman dediler ki: Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik.' Fakat dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.'

Yine, başka bir ayette şöyle buyurmuştur: 'Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmişse veya imanıyla bir hayır kazanmışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz.' 

İşte böylece Firavun boğulacağı an şöyle dedi: 'İsrailoğulları'nın inandığı ilahtan başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım.' 

Ona denildi ki: 'Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın. Bugün ise senden sonrakilere bir ayet (tarihî bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz.'

Firavun baştan ayağa demir kuşanmış olmasına rağmen Allah-u Teala onun bedenini gelecek nesillere bir ibret olması ve onu bu haliyle görmeleri için yüksek bir yere attı. Oysa ağır olan şey batar, yukarı çıkmaz; işte bu, bir ayet ve nişâne idi.

Allah-u Teala'nın Firavun'u gark etmesinin başka bir sebebi ise şudur: Firavun, boğulacağını anladığı zaman Mûsa'dan (a.s.) yardım istedi, Allah'tan yardım istemedi.

Allah-u Teala Mûsa'ya şöyle vahyetti: Ey Mûsa! Sen, Firavun'a yardım etmedin; çünkü onu, sen yaratmadın. Eğer Beni yardımına çağırsaydı mutlaka ona yardım ederdim."

Ebu Abbas Tâlikânî, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal'dan, o da babasından naklediyor:

"İmam Rıza'ya (a.s.) arz ettim: 'Havarîlere neden Havarî denildi?'

İmam şöyle buyurdu: 'Halkın yanında onlara Havarî denilmesinin sebebi, çamaşır yıkadıkları ve elbiselerinin kirlerini yıkayarak temizledikleri içindir. Havarî, Hubz-u Huvvar'dan türeyen bir isimdir; beyaz unun ekmeği anlamına gelir.

Ama bizce Havarîlere Havarî denmesinin sebebi; onlar vaaz ve nasihatle kendileri ve diğerlerini günahlardan temizledikleri içindir.'

Ben yine İmam'a, 'Nasârâ'ya neden Nasârâ denmiştir?' diye sordum. İmam (a.s.) cevaben şöyle buyurdular: Çünkü onlar Şam'ın Nasire adlı bir köyünden idiler. Meryem ve İsa (a.s.), Mısır'dan döndükten sonra oraya yerleştiler."

Câfer bin Muhammed bin Mesrur (r.a.) metindeki senetle Ebu Yâkub-i Bağdadî'den şöyle rivayet ediyor: "İbn-i Sıkkit, İmam Rıza'ya (a.s.), 'Allah-u Teala, neden Mûsa bin İmran'ı (a.s.) âsâ, yed-i beyzâ (parlak el) ve sihir aleti ile İsa'yı (a.s.) ise tıbbî mucizelerle ve Hz. Muhammed'i (s.a.v.) ise söz ve hitabelerle (fesahat ve belâgatla) gönderdi?' diye sordu.

İmam (a.s.) cevabında şöyle buyurdu: 'Allah, Mûsa'yı (a.s.) peygamber olarak gönderdiğinde zamane halkı çoğunlukla sihirle uğraşıyordu.

Bundan dolayı, Allah-u Teala tarafından kavminin onun aynısını yapmaktan âciz kaldığı mucize getirdi ve onunla diğerlerinin sihrini alt edip hücceti onlara ispatladı.

İsa'yı (a.s.) ise, müzmin hastalıkların ortaya çıktığı ve milletin tıbba ihtiyaç duyduğu bir dönemde gönderdi. Derken Hz. İsa, Allah tarafından kavmine, onların mislini getirmeye güçleri olmayan bir mucizeyle geldi ki, onunla ölüleri diriltiyor, anadan doğma körleri, abraş illetine tutulmuşları Allah'ın izniyle iyileştiriyordu. Bununla da onlara hücceti tamamlıyordu.

Allah-u Teala Hz. Muhammed'i (s.a.v.) de öyle bir asırda peygamber olarak gönderdi ki, O'nun asrında hitabet ve konuşma yaygındı. (Râvi der ki: Zannediyorum ki bu arada şiir de söylemişti) Bu sırada Resûlullah (s.a.v.) bir takım öğüt ve ahkâmı içeren, onların sözlerini bâtıl kılan ve hücceti onlara tamamlayan Allah'ın Kitabıyla onlara geldi.'

Söz buraya geldiğinde İbn-i Sıkkit şöyle dedi: 'Allah'a and olsun ki, bu zamanda senin gibi birisini görmedim, o halde bugün halka hüccet nedir?'

İmam (a.s.) şöyle buyurdu: 'Akıldır; zira akıl vasıtasıyla Allah'a karşı doğru konuşan tanınmış olur ve akıl onu tasdik eder. Aynı şekilde Allah'a karşı yalan konuşan da onun vasıtasıyla tanınmış olur ve akıl onu tekzip eder.'

Daha sonra İbn-i Sıkkit şöyle söyledi: Allah'a and olsun ki cevap işte budur!" (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)