Akıl ve cesaret

Hasan b. el-Cehm şöyle rivayet eder: ‘İmam Rıza’dan (a.s.) şunları dinledim: Her kişinin dostu akıldır; düşmanı da cehalettir.’ 

<Akıl ve cesaret

Hasan b. el-Cehm şöyle rivayet eder: 'İmam Rıza'dan (a.s.) şunları dinledim: Her kişinin dostu akıldır; düşmanı da cehalettir.' 

Hasan b. el-Cehm rivayet eder ki: 'İmam Ebu'l-Hasan'a (a.s.) sordum: 'Yanımızda bazı insanlar var, bunlar imamlara sevgi beslerler fakat dinde derin kavrayış ve kesin inanç sahibi olanların kararlılıklarını onlarda gözlemleyemiyoruz. Yalnızca sözleriyle kararlı olduklarını ifade etmeye çalışıyorlar. Bunlar hakkında ne buyurursunuz?'

Dedi ki: Bunlar, Allah'ın azarladığı kimselerden sayılmazlar. Allah, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: Ey akıl sahipleri! İbret alın.'   

Ebu Hâşim el-Câferî şöyle rivayet eder: 'İmam Rıza'nın (a.s.) yanındaydık. Bir ara akıldan ve edepten konuştuk.

Buyurdu ki: Ey Ebu Hâşim! Akıl, Allah'ın bir bağışıdır. Edep ise zahmet çekilerek elde edilir. Edep elde etmek için uğraş veren kimse, sonunda onu elde eder; ama akıl edinmek için çabalayan insan, cahilliğini artırmaktan başka bir iş yapmaz.' 

Hasan b. Cehm, Ebu'l-Hasan er-Rıza'dan (a.s.) şöyle rivayet etmiştir: 'Ashabımızdan bazıları İmam Rıza'nın huzurunda akıldan bahsettiler.

İmam buyurdu ki: 'Akılsız dindarlığın bir değeri yoktur.'

Dedim ki: 'Sana kurban olayım, imamet meselesini kabul eden bazı kimseler vardır ve biz onların herhangi bir olumsuzluklarını da görmedik. Şu kadarı var ki, akıl itibariyle istenen düzeyde oldukları söylenemez.'

Buyurdu ki: 'Bu gibi insanlar, Allah'ın muhatap aldığı kimseler değildirler. Hiç kuşkusuz Allah, aklı yarattı ve ona, beri gel, dedi, akıl beri geldi. Sonra ona, geri dön, dedi ve akıl geri döndü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: İzzetim ve celâlim (ululuğum) hakkı için senden daha güzel veya senden daha çok sevimli gelen bir şey yaratmadım. Seninle alır, seninle veririm.' 

Ahmed b. Ömer el-Hallâl şöyle rivayet eder: 'Ebu'l-Hasan er-Rıza'ya (a.s.) dedim ki: 'Bizim arkadaşlarımızdan bir adam, bana bir kitap veriyor ve bu kitaptaki sözleri benden rivayet et, demiyor. Bu kitabın içerdiği sözleri ondan rivayet etmem câiz midir?'

Buyurdu ki: Kitabın ona ait olduğunu biliyorsan ondan rivayet et.' 

TEVHİD

Muhammed b. Abdullah el-Horasanî şöyle rivayet ediyor: 'Bir gün bir zındık (ateist), Ebu'l-Hasan'ın (a.s.) yanına geldi. O sırada İmam'ın yanında bir grup insan bulunuyordu. Ebu'l-Hasan (a.s.) dedi ki:

'Ey Adam! Sence, gerçek sizin ileri sürdüğünüz gibiyse -ki öyle değildir- bizle siz, şer'an eşit olmaz mıyız? Böyle bir durumda kıldığımız namazın, tuttuğumuz orucun, verdiğimiz zekâtın ve getirdiğimiz imanın bize bir zararı olmaz değil mi?'

Adam sustu. Ebu'l-Hasan (a.s.) devam etti: 'Şayet, gerçek bizim söylediğimiz gibiyse -ki öyledir- siz helak olursunuz, biz de kurtuluruz.'

Adam şunları söyledi: 'Allah sana rahmet etsin. Bana Allah'ın nasıl ve nerede olduğunu anlat.'

İmam dedi ki: 'Yazıklar olsun sana! Gittiğin yol yanlıştır. Nereyi, neresiz, nere yapan (mekânı, mekânsız, mekân yapan) O'dur ve nasılı, nasılsız, nasıl yapan O'dur. O, nasıllıkla, neredelikle bilinmez, duyularla kavranmaz ve hiçbir şeyle mukayese edilmez.'

Adam dedi ki: 'Hiçbir duyuyla kavranmadığına göre O, hiçbir şey değil midir?'

Ebu'l-Hasan (a.s.) dedi ki: 'Yazıklar olsun sana! Duyularının kavramaktan âciz oldukları bir zâtın Rabliğini inkâr mı ediyorsun? Buna karşılık bizim duyularımız O'nu kavramaktan âciz kaldıklarında kesin olarak O'nun Rabbimiz olduğunu ve herhangi bir varlığa benzemediğini anladık.'

Adam dedi ki: 'O halde bana O'nun ne zamandan beri var olduğunu haber ver.'

Ebu'l-Hasan (a.s.) dedi ki: 'Sen bana O'nun ne zamana kadar var olmadığını haber ver, ben sana ne zamandan beri var olduğunu haber vereyim.'

Adam dedi ki: 'O'nun varlığına ilişkin kanıtınız nedir?'

Ebu'l-Hasan (a.s.) dedi ki: 'Bedenime baktığım zaman, enine ve boyuna bir eklemede veya eksiltmede bulunamadığımı, ona yönelen zararları bertaraf edemediğimi ve yararlı şeyleri bedenime çekemediğimi gözlemledim. O zaman anladım ki, bu yapının bir ustası vardır ve bu ustanın varlığını kabul ettim.

Bunun yanında bütün gök cisimlerinin O'nun kudretiyle yörüngelerinde döndüklerini, bulutların oluşumunu, rüzgârların sevk ve idare edilişini, güneşin, ayın ve yıldızların yörüngelerinde akıp gidişini ve bundan başka daha nice ilginç, düzenli oluşum ve yapılar gözlemledim.

Bütün bunlar akıllara durgunluk veren apaçık kanıtlardır. Düşündüm ki, bunların bir planlayıcısı, meydana getiricisi olmalıdır.'  

MARİFETİN EN AŞAĞI DERECESİ
Feth b. Yezid, Ebu'l-Hasan'dan (a.s.) şöyle rivayet eder: 'İmam'a marifetin en aşağı derecesini sordum.
Buyurdu ki: Allah'tan başka ilâh olmadığına, benzerinin ve denginin bulumadığına, O'nun kadim, öncesiz, sabit ve var olduğuna, yitik olmadığına, O'na benzeyen hiçbir şeyin bulunmadığına inanmaktır.'  
NİSPET

Abdulaziz b. Mühtedî şöyle rivayet etmiştir: İmam Rıza'ya (a.s.) tevhidle ilgili bir soru sordum.
Buyurdu ki: 'Kul huvellahu ahad...' sûresini okuyan ve içeriğine iman eden herkes tevhidi bilmiştir.'

Dedim ki: 'Bu sûre nasıl okunmalıdır?'

Buyurdu ki: 'İnsaların okudukları gibi.' Sonra şunu ekledi: 'Kezalikellahu Rabbi, Rabbim olan Allah böyledir. Kezalikella- hu Rabbi.'

(İhlas sûresinin sonunda 'Kezalikellahu Rabbi' demek müstehabdır. Tıpkı Kur'an okunduktan sonra 'Sadakallahu'l-azim, Bü-yük Allah doğru söyledi' söylemek gibi). (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)