Ölümden sonraki hayat -2.....

Kur’an-ı Kerim ayetleri ve hadisler, insanların meadının hem cismanî, hem de ruhanî olduğunu göstermektedir

<Ölümden sonraki hayat -2.....

Kur'an-ı Kerim ayetleri ve hadisler, insanların meadının hem cismanî, hem de ruhanî olduğunu göstermektedir. Cismanî meaddan maksat; bedenin ahiret yurdunda haşredilip tekrar ona nefsin verilmesi, beden ve duyu organları olmaksızın gerçekleşmeleri mümkün olmayan kısmî ve hissedilir mükâfat ve cezalar, lezzet ve acıların gerçekleşmesidir.

Ruhanî meaddan maksat ise; hissedilir mükâfat ve cezaların, kısmî ve cismanî lezzet ve acıların dışında, iyi ve kötü kişiler için ruhun hissedip algılamakta beden ve duyu organlarına ihtiyacı olmadığı birtakım ruhî mükâfat ve cezaların da verilmesidir. (Allah'ın rızası gibi). Kur'an-ı Kerim hissî mükâfatları sıraladıktan sonra şöyle buyuruyor:

"Allah'ın (onlardan) râzı olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur." 

Veya aynen öldürücü hasret ve üzüntü gibi. Nitekim şöyle buyuruyor: "Onları hasret gününe karşı uyar ki, o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir hâlde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitmiş olur." 

Ölüm, hayatın son bulması demek olmayıp, bir evden başka bir eve göçtür; bu ev kıyamet ve bekâ yurdundan ibaret olan ebedî mekândır.

İmam Câfer'e, "Onlar için dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır" ayetinin tefsirini sordular.

Buyurdu ki: "Burada kastedilen şey, ölüm anında o ikisinin yani Muhammed ile Ali'nin onlara cennete girecekleri yolunda müjde vermesidir." 

Ayrıca, dünya ile kıyamet arasında "berzah" denilen başka bir yurt daha vardır ki, insan ölümden sonra bir süre orada kalır. Berzah hayatının gerçeği bizim için açık olmayıp, onun hakkındaki bilgimiz, Kur'an-ı Kerim ve rivayetlerden bize bildirildiği kadardır. (Berzahın kelime mânâsını yukarıda izah etmiştik) Bu konuda Kur'an-ı Kerim'in bazı kılavuzlukları şöyledir:

a- Bir müşrikin ölümü gelip çatınca, "Allah'ım!" der, "Yapmadığım vazifeleri yerine getirmem için beni geri çevir." Bunun üzerine ona şöyle hitap edilir: "Asla! Bu ancak onun söylediği (olmayacak) bir laftır."

Daha sonra buyuruluyor ki: "Önlerinde ta dirilecekleri (kıyamet) gün(ün)e kadar, bir perde var." 

Yukarıdaki ayet, insanların ölümden sonra da bir gerçekleri olduğunu fakat bir engelin onların dünyaya dönmesine mâni olduğunu anlatmak istiyor.

b- Şehitler hakkında buyuruluyor ki: "Allah yolunda öldürülenlere, "ölüler" demeyin, hayır, onlar diridirler ama siz farkında olmazsınız."

Başka bir ayette, Allah yolunda şehit olanlar için bazı hayat belirtileri sıralanmakta ve şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ın, keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinirler ve arkalarından henüz (şehit olup) kendilerine yetişemeyenlere de korku olmadığını ve onların da üzüntüye uğramayacaklarını müjdelerler." 

(Maksat, ahiret azabından dolayı korkunun ve dünya amelleri nedeniyle üzüntünün olmayışıdır).

c- Günahkârlar, özellikle Firavunoğulları hakkında, kıyamet gelip çatmadan önce her sabah ve akşamleyin onların ateşe sunulduklarını ve kıyamet gününde de en şiddetli azaba tutulacaklarını haber vermektedir.

Nitekim şöyle buyuruluyor: "Ateş! Sabah akşam ona sunulur (dünya durdukça azap böyle devam eder). Kıyamet koptuğu gün de, "Firavun ailesini azabın en çetinine sokun!" (denilir)." 

İnsanın berzah hayatının ilk merhalesi bedenden ruhun alınmasıyla başlar. İnsan toprağa verilince, birçok hadisler gereğince, Allah'ın melekleri, tevhid, nübüvvet ve birtakım itikadî konuları ve din hükümlerini ona sorarlar.

Açıktır ki, mü'min kişinin bu sorulara cevabı, kâfirin verdiği cevaptan farklı olacak ve sonuçta kabir ve berzah mü'minler için rahmet mazharı, kâfirler ve münafıklar için ise Allah'ın azab sahnesi olacaktır.

Kabir evinde meleklerin insanı sorguya çekeceği, orada mü'minlerin İlahî rahmetin kapsamına gireceği ve kâfirlerin ise azaba uğrayacağı, dinimizin kesin ilkelerindendir ve mezar, gerçekte kıyamete kadar devam edecek olan berzah hayatının başlangıcıdır.

İmam Câfer bu konuda şunları söylüyor:

"Hiçbir kabir yoktur ki, her gün üç defa, "ben toprak eviyim ve ben böceklerin olduğu evim" dememiş olsun. Mü'min kul kabre girdiğinde kabrin yeri ona, "Merhaba, hoş geldin, Allah'a yemin ederim ki benim üzerimde yürüdüğün zaman seni çok severdim.

Şu an içimde olduğundan dolayı da seni daha çok seviyorum. Çok yakın bir zamanda benim sana olan dostluk alametimi göreceksin" der.

O anda kabir, onun gözünün göreceği genişlikte genişler. Ve kabirden yüzüne bir kapı açılır. Böylece o, cennetteki yerini görmüş olur. Ve o kapıdan hiçbir gözün daha gözelini görmediği bir şahıs dışarı gelir.

Ölü bu şahsa şöyle der: "Ey Allah'ın kulu! Ben senin gibi güzel birini görmemiştim. Kimsin sen?"

Güzel yüzlü şahıs der ki: "Ben senin sahip olduğun doğru görüşünüm. Ve dünyada işlediğin hayırlı işlerim."

Daha sonra ruhu alınır. Cennette en layık olduğu yere konur. Ve sonra şöyle denilir. "Gözün nurlu ve sevinçli bir şekilde yat ve rahat et." Sonra, cennetten bir esinti devamlı onun cesedine eser de o esintinin lezzetini ve güzel kokusunu kıyamet gününe kadar tadar.

Ama kafirin cesedini kabre koyduklarında kabrin yeri ona der ki: "Hoş gelmedin. İyi yere de gelmedin. Allah'a yemin olsun ki, benim üzerimde yürüdüğün vakit sana düşmandım. Şu an içimde olduğundan dolayı sana düşmanlığım daha da arttı. Yakında sana olan düşmanlığımın alametini göreceksin."

Daha sonra kabir onu sıkarak ezer ve kül haline getirir. Onu önceleri olduğu gibi toprak yapar. Yüzüne cehennemden bir kapı açılır. O cehennemdeki yerini görür. Sonra kötü yüzlü birisi o kapıdan içeri girer.

Ölü, bu şahsa, "Sen kimsin?" diye sorar. O cevaben, "Ben senin dünyada yaptığın kötü amelin ve senin kötü görüşünüm" der.

Daha sonra ruhu alınıp cehenneme konulacak, cehennemden devamlı zehirli ve yakıcı bir ateş cesedine değecektir. Onun yakıcılığını ve derdini kıyamete kadar tadacaktır. Allah, yeryüzü yılanlarından olmayan doksan dokuz yılanı ona musallat edecek, onlar da onu ısıracaklardır. Eğer yeryüzüne öyle bir yılan gelip üflemiş olsa o yerde bir ot bile bitmez." 

Şeyh Saduk, "İ'tikadât" adlı kitabında diyor ki:

"Kabirde sorgu-sual hakkında inancımız, onun hak oluşudur ve kim bu sorulara doğru cevap verirse, Allah'ın rahmetinin kapsamına girer ve kim de doğru cevap vermezse İlahî azaba uğrar." 

Şeyh Mufid, "Tashihu'l-İ'tikad" adlı kitabında şöyle yazıyor:

"Resul-i Ekrem'den (s.a.v.) nakledilen sahih rivayetlerden, kabirdekilerden dinleri hakkında sorulacağı anlaşılmaktadır ve bazı rivayetler, insanı sorguya çekmekle görevli iki meleğin isimlerinin Nakir ve Nekir olduklarının bildirmektedir."

Daha sonra şöyle ekliyor: "İnsanın kabirde sorguya çekilmesi, ölülerin kabirde dirileceklerini ve sonra hayatlarının kıyamet gününe kadar devam edeceğini göstermektedir." 

Hâce Nâsıruddin Tûsi de, "Tecridu'l-İ'tikad" adlı kitabında şöyle kaydeder:

"Kabir azabı vukû bulacaktır çünkü aklen bunun gerçekleşmesi mümkündür; bu konuda nakledilen mütevatir rivayetler de vardır.  İmam Câfer-i Sâdık kabir hayatının kesin oluşu hakkında şöyle buyurmuştur:

"Kim şu üç şeyi inkâr ederse bizden değildir: Peygamberin Miracı, kabir suali, şefaat." 

Diğer İslam mezheplerinin akaid kitaplarına müracaat edildiğinde, bu inancın herkesin ittifak konusu olduğu anlaşılacaktır. Kabir azabını inkâr eden tek kişinin Zırar b. Amr olduğu söylenmektedir. 

Yukarıda geçen açıklamalarımızdan, mead ve kıyamet gerçeğinin; ruhun bedenden ayrıldıktan sonra, dünyada yaptığı amellerinin ahiret yurdunda mükâfat ve cezasını görmek için -Allah'ın iradesiyle- tekrar aynı bedene dönüşü olduğu anlaşılmış oldu." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)