Dünden devam eden
Şakk-ı Kamer (Ay’ın yarılması) ismiyle tarihe geçen bu mucizeyi, evvelce müşrikler reddettikleri için, Allah-u Teala, benzeri bir mucizeyle de iman etmeyeceklerini bilerek, vadiyi altına çevirme isteklerini reddetti.
25-09-2021Kureyşliler’in diğer bir teklifi de şuydu: “Sen, bizim tanrılarımız olan Lat ve Uzza’ya bir yıl tap; biz de, Senin ilahına bir yıl tapalım!” Cenab-ı Hak, bu saçma ve sinsice tekliflerini, Kafirûn Sûresi’ni indirerek cevapladı: “De ki: Ey kafirler! Ben, sizin ibadet etmekte olduklarınıza tapmam. Siz de, Benim ibadet etmekte olduğuma ibadet ediciler değilsiniz. Zaten Ben, hiçbir zaman sizin tapmış olduklarınıza tapıcı olmadım. Siz de Benim ibadet etmekte olduğum (Allah’a) ibadet edici değilsiniz. Sizin dininiz size, Benim dinim de Banadır.”
Onlar, Hz. Peygamber, putlara tapmaya başlayınca; ‘Muhammed dininden döndü’ diye şayia çıkarıp gözden düşüreceklerdi. Fakat, bu ayetlerle beraber, hevesleri kursaklarında kaldı.
Bir kısım Kureyşli de, Medine’deki Yahudi bilginlerine müracaat ederek, onlardan Hz. Peygamber’e sormak üzere zor sorular hazırlamalarını istediler. Onlar da üç soru hazırlayıp; “Bu üç soruyu cevaplarsa bilin ki, Allah’ın peygamberidir” dediler. Üç soru şunlardı: Ashab-ı Kehf’in başına gelenler, Zü’l-Karneyn’in kıssası ve Ruh’un mahiyeti.
Hz. Peygamber’e sorular sorulunca; “Size yarın cevap vereyim” buyurdular. Bunu derken; “İnşaallah” (Allah dilerse) demeyi unutmuşlardı. Bu sebeple Allah (c.c.) hem ümmete ders olsun diye, hem de belaların en büyüklerinden olan iftira ile Habibini denemek için 15 gün kadar hiç vahiy göndermedi. Bu müddet zarfında müşrikler, olmadık iftiralar uydurdular. Daha sonra inen ayetler, soruları mükemmel bir şekilde cevaplamasına rağmen, müşrikler inatlarından dolayı yine hakka sırt çevirdiler. İnananlar ise, bu üç sorunun cevabıyla mutmain oldukları gibi; bir şeyi yapacağını vaad ederken ‘İnşaallah’ demeyi ihmal etmemeyi de prensip edinmiş oldular.
Psikolojik yönden Müslümanları çökertmek için her fırsatı değerlendirmekten geri durmuyordu müşrikler.
Öyle ki; İranlıların Bizanslıları savaşta hezimete uğratmasını bile kullanmışlar; “Siz ve Hıristiyanlar ehl-i kitapsınız. Biz ve İranlılar ise ümmiyiz. İranlı kardeşlerimiz, sizin Rum kardeşlerinize galebe çaldı. Biz de sizinle muharebeye girişirsek, sizi mağlup ederiz” gibi sözler söyleyerek Müslümanlarla alay etmişlerdi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Rum Sûresi’ni indirip mü’minlerin üzüntüsünü giderdi: “Rumlar mağlup oldu. Arzın size en yakın yerinde. Bununla beraber, onlar bu mağlubiyetlerinin arkasından birkaç sene içinde muhakkak galebe çalacaklar. Önünde de, sonunda da emir Allah’ındır! O gün mü’minler, Allah’ın nusretiyle ferahlanacaklar! O kimi dilerse muzaffer kılar. Çünkü, O Aziz’dir, Rahim’dir. Allah’ın vaadi bu! Allah vaadinden hulfetmez. Lakin insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rûm, 1-6)
Müşrikler, bu şekilde inen ayetleri hafife alarak dalga geçerlerken, teslimiyet timsali olan Hz. Ebubekir, o zaman henüz kumar yasaklanmadığı için azılı müşrik Übey b. Halef ile 100 devesine iddiaya girmişti.
Hakikaten mağlubiyetlerinden dokuz yıl sonra Rumlar, birdenbire canlanarak, hiç beklenmedik ve umulmadık bir saldırışla İranlıları dehşetli bir bozguna uğrattılar. Buna da Müslümanlar çok sevindiler, müşrikler ise son derece üzüldüler. Ebubekir, kazandığı 100 deveyi Allah Resulü’nün emriyle infak etti. Bu derece teslimiyet ve samimiyetiyle kazandığı manevî lutuf hazinelerini de, bütün Müslümanlara dağıtsaydı, herhalde hepimiz ihya olurduk. Allah şefaatlerinden mahrum etmesin!
Ayrıca Allah Resulü ve Müslümanların, iki taraf da kendi dinlerinden olmadıkları hâlde Tevhid inancına yakın oldukları için, Rumların yenilmesine üzülmeleri de çok manidardır. Ayrıca; Allah Resulü, hüküm verilmesi gereken bir konu hakkında ayet inene kadar Hıristiyanları taklid ederdi. Çünkü, kitapları değiştirilmiş olmasına rağmen, bazı hakikatleri taşıma yönünden gerçeğe daha yakın olabilirdi.
Böylesine kuşatıcı olunmasına rağmen; Ehl-i Kitab’ın, tarih boyunca ve bugün dahi İslam düşmanlığının önderliğini yapmış ve yapıyor olması da hakikaten çok düşündürücüdür!..
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 235 /239
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir