MEKKE DOSTLARINA KAVUŞUYOR!

   Mekke, Hicret’in 8. yılında Ramazan ayı içinde (630 M. Ocak ayı) fethedildi. Fethin sebebi ise Kureyş müşriklerinin, Hudeybiye Antlaşması’nı bozarak, Peygamberimizin müttefiki olan Huzaalı­ları öldürtmeleriydi. Öldürülenler, 20 veya 23 kişiydi. Resulûllah, himayesine aldığı bu insanların sinsice katledilmesine çok üzüldü. Kureyş müşriklerine bir mektup gönderdi.

<MEKKE DOSTLARINA KAVUŞUYOR!

Mektupta, ya Huzaalıların kan bedellerini ödemelerini, ya da Hu­zaalıların öldürülmesine aracı olan Ben-i Bekirler’le ilişkilerini kes­melerini; yoksa kendileriyle savaşacağını bildirdi. Mektubu, ashabdan Demre aracılığıyla gönderdi. Ancak, Kureyşliler elçiyi reddettiler. Daha sonra, bu davranışlarından da pişman oldular ve sahip olduğu nüfuzu göz önüne alarak Ebu Süfyan’ı Medine’ye gönderdiler. Mak­satları, Hudeybiye Antlaşması’nın süresini uzatmaktı.

Peygamberimiz, Ebu Süfyan’ın ne maksatla gelmekte olduğunu ashabına haber verdi ve, “Fakat istediğini elde edemeden dönüp gidecektir” (Vakıdî-Megazî, c.2, s. 791) buyurdu. Gerçekten de Ebu Süfyan, Medine’de çalmadık kapı, başvur­madık kimse bırakmadı. Peygamber Efendimiz’i görmekten uta­nan Ebu Süfyan, önce kızı Ümmü Habibe’ye gitti. Ümmü Habibe Peygamber Efendimizin zevcesiydi. Ebu Süfyan, kızından şefaat isteyecekti. Fakat, Ümmü Habibe, kendisini soğuk karşıladığı gibi, Peygamber Efendimiz’in oturduğu yere oturmasın diye minderi toplayıp kaldırdı.

Ebu Süfyan, kızından şefaat alamadı. Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e, Hz. Ali’ye başvurdu. Hatta o zaman henüz küçük birer ço­cuk olan Hasan ve Hüseyin’in bile kendisi için aracı olmalarını Hz. Fatıma’dan istedi. Ancak, istekleri hep reddedildi. Bütün ashab hep aynı şeyi söylüyor, “Resulûllah’a karşı kimse himayeye alınamaz” diyorlardı. Hatta ashabdan en yakın dostu olan Sa’d b. Ubade bile Ebu Süfyan’ı geri çevirdi. (Vakıdî-Megazî, c. 2, s. 794  )

Böylece Ebu Süfyan, elleri boş olarak Mekke’ye geri döndü ve olan bitenleri kavmine anlattı. Bu arada Peygamberimiz yol hazır­lığına girişti. Bu hazırlığı her ne kadar gizli tutmak istediyse de, ashabdan Hatib b. Ebi Beltea, Kureyşliler’e bir mektup yazarak, Hz. Peygamberin bu kararını bildirmek istedi. Mektubu bir kadına verdi. Kadın bu mektubu saçlarının arasına gizleyerek yola çıktı. Ancak, vahiyle durumu haber alan Resulûllah, Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam ve Mikdat b. Esved’i bu kadını durdurup mektubu almala­rı için gönderdi. “Mektubu vermek istemezse boynunu vurunuz” buyurdu. Nihayet kadına yetiştiler. Kadın kendisinde mektup ol­madığına dair yemin edince geri dönecek oldular. Ancak, Hz. Ali, “Allah’a yemin ederim ki, ne Resulûllah yalanlanır, ne de biz ya­lanlanırız” diyerek kılıcını sıyırdı. Bunun üzerine kadın mektubu çıkarıp verdi. (İbn-i İshak, İbn-i Hişâm, Sîre, c. 4, s. 41)

Mektubu alan Peygamberimiz, hemen Hatib b. Ebi Beltea’yı hu­zuruna çağırarak, sorguya çekti. Hatib, dininden asla dönmemiş ol­ duğunu, ancak fakir ve nüfuzsuz bir kimse olduğundan Mekke’de bulunan ailesine bir zarar gelmesinden korktuğu için böyle bir iş yaptığını itiraf etti. Resulûllah, Hatib’i, Bedir’de bulunduğu ve Ce­nab-ı Hak, bu savaşta bulunanların tümünü yarlığadığını bildirdiği için affetti.

Nihayet, Peygamberimiz 10 bin kişilik ordusunun başında ikindi vakti, oruçlu olarak Medine’den yola çıktı. Ancak, sıcaktan buna­lınca Küdeyd mevkiinde orucunu açtı.

Resulûllah ordusuyla Merruzzahran’a gelince orada konakladı. 10 bin ateş yakılmasını Müslümanlara emretti. Hz. Ömer, gece nö­betçilerine komutan tayin edildi.

Bu arada Ebu Süfyan, yanında Kureyş’ten birkaç kişiyle bera­ber, haber toplamak üzere konak yerinin yakınlarına kadar geldi. Yakılan ateşleri görünce dehşete düştüler. Peygamberimiz ise ca­susların yakalanması için atları göndermişti. Ebu Süfyan ele geçi­rilince, Müslümanlar onu öldürmek için üşüştüler. Hz. Abbas, onu kurtararak himayesine aldı.

Resulûllah, “Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Allah’tan baş­ka ilah olmadığını kabul etme vaktin gelmedi mi?” buyurdu.

Ebu Süfyan ise, “Vallahi sanırım ki Allah’tan başka ilah olmasa gerek, fakat Senin Resulûllah oluşuna gelince, içimde bir şüphe var” dedi. Nihayet şehadet getirip Müslüman oldu. (İbn-i İshak, İbn-i Hişâm, Sîre, c. 4, s. 45-46)

Peygamberimiz, Hz. Abbas’a, Ebu Süfyan’ı alarak İslam ordu­sunun ihtişamını seyrettirmesini emretti. Kendisi de orduyu savaş düzenine soktu. İslam ordusu harekete geçti. Ebu Süfyan’ın önün­den gelip geçmeye başladılar. Bu ihtişamlı manzara karşısında deh­şete düşen Ebu Süfyan, “Ne Kayser, ne Kisra bu saltanata erişe­bilmiştir. Ey Abbas! Kardeşinin oğlunun pek büyük bir saltanatı var” deyince Hz. Abbas, “Bu hükümdarlık değil, peygamberliktir” cevabını verdi.

 

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 295 /297

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir