KÂBE YENİDEN İNŞÂ EDİLİRKEN…..

  Tütsülendiği bir sırada, dokuma perdelere sıçrayan bir kıvılcım, Kâbe’nin yanmasına sebep oldu. Hemen arkasından meydana ge­len sel baskını da binayı tamamen harap etti.

<KÂBE YENİDEN İNŞÂ EDİLİRKEN…..

Kâbe’yi yeniden inşâ etmek için, Hz. İbrahim’in yaptığı yeşil taşlardan meydana gelmiş binanın yerinde kalmasına ve mabedin bir kısmının örtülüp diğer kısmının çatısız kalmasına karar verildi. Çünkü, eldeki malzeme yeterli değildi. Esasen, Kâbe, dört duvarlı bir oda idi. Yıkılan binaya göre yüksekliğin arttırılmasına, çatısız kısma serbestçe girilip çıkılmasına karar verildi. Bu kısımda mera­simler ve yemin törenleri yapılacaktı.

      Kâbe’nin onarımına başlandı ve nihayet sıra, mukaddes Hace­rü’l-Esved’in (Siyah Taş) yerine konulmasına geldi. Her kabile, bu şerefe kendi nâil olmak istiyordu. Bu sebeple, ihtilaf çıktı ve hâliyle çalışma durdu. Sonunda oraya ilk gelecek olanı hakem ola­rak seçmeye karar verdiler. Tevafuken oraya ilk gelen Muhammed (s.a.v.) oldu. O’nun dürüstlüğüne herkesin güveni vardı. Bu sebep­ le durumu O’na arz ettiler. Resulûllah (s.a.v.) yere bir kumaş ser­dirdi. Taşı kumaşın üzerine koydu. Kumaşı kaldırmak üzere bütün kabilelerden bir temsilci çağırdı. Herkes topluca Hacerü’l-Esved’i kaldırdı ve sonra onu istenen yere bizzat Kendisi koydu. Böylece herkes, yapılan işten memnun kaldı.

Ne kadar hazin bir tecellidir ki, inşaat tamamlanınca Kâbe’nin her yanı heykellerle ve fresklerle süslenmiştir. Tarihçiler, Allah’ın Evi’nin içinde 360 tane put olduğunu söylüyorlar. Böylece, bir olan Allah’ın evi bir puthaneye dönmüş oluyordu.

Kâbe’nin yeniden inşâsı ve Allah Resulü’nün hakemliği husu­sunda şu İlahî nükteleri müşahade etmekteyiz:

* Hacerü’l-Esved’in yerine yerleştirilmesi Allah Resulü’ne na­sib olmuştur ki, bu hakemlik Resulûllah’ın risalet nurunun yakında zuhur edeceğinin bir alameti olarak tecelli etmiştir.

Kabilelerin kalplerini telif edici bir yol bulması ve işi tatlıya bağlaması ve de bu yolu çok kısa zamanda bulması da, O’nun ze­kasının kıvraklığı ve firasetinin enginliğini göstermektedir. Bu da, peygamberî bir tavırdır.

* Bu olayda görüldüğü üzere, Allah Resulü’ne Mekkelilerin ta­mamı güveniyor, sevgi ve saygı duyuyorlardı.

Fakat, ne hazin bir tecellidir ki, aynı insanlar, Hz. Peygamber kendilerini doğru yola davet etmeye başlayınca Kendisine düşman kesilmiş; Kâbe’nin taşını yerine koymasından şeref duydukları insanı, Kâbe’ye sokmamışlar; Mekke’yi dahi kendisine dar edip, O'nun hicret etmesine sebep olmuşlardır.

Burada, küfrün insandaki iki ayrı yansıması bâriz olarak görülmek­tedir. Birincisi; bâtıl, ölçüsüzdür. Dün doğru dediğine, bugün yanlış diyebilir. Dün müdafaa ettiğini, bugün reddedebilir. Kısacası, bâtılın zemini kaygandır; fikriyâtında temel bir esas ve ölçü yoktur.

    İkincisi ise; insan, fıtraten güzele meftun ve meyilli yaratılmış­tır. Yani, ruh cihetiyle devamlı güzeli ve kemâli arar; bu vasıflara da hayran olur. İşte bundan dolayı, peygamberlerin bir kısmının, peygamberlik vazifesi gelmeden önce toplum tarafından çokça se­vilip, takdir edildiğini görmekteyiz. O kavimler, elde edemedikleri faziletlere sahip olan insanlara değer vermişlerdir.

    Ne var ki, nefis­leri onları bu hususta da aldatmıştır. Zira, nefsin oyunlarından birisi de, faziletleri herkesin ulaşamayacağı bir meziyet olarak gösterip kişiyi içerisinde bulunduğu kötü hâlde tutmaya çalışmaktadır.

Bununla beraber, ne zaman ki peygamberler, kavimlerini de İslam’a çağırmışlar; işte o zaman tepkinin en aşırısını görmeye başlamışlardır.

Her devirde, yüksek fazilete sahip bir insan, çevresini nezih bir hayata çağırdığında, davetlinin hayranlık ve itimadı gâlip gelip, iman etmesi söz konusudur. Fakat, karşısındakinin fazileti karşı­sında ezilen insanın nefsinde kibir, hased, aşağılık kompleksi gibi nefsî hastalıkların açığa çıkması da mümkündür ki, bu takdirde kişi, küfrün en kuvvetli mümessillerinden biri olabilir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 117 /119

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir