Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Vedâ Hutbesi’yle, âdeta insanlığa bir kurtuluş mesajı sunmuştur. Söz konusu bu kurtuluş hem dünyevî huzur ve sükûnu, hem de ahiret saadetini ihtiva etmektedir. Resulûllah’ın getirdiği ve tebliğ ettiği İslam, Cenab-ı Hakk’ın beşeriyete en büyük hediyesi olan düalist (ikili) bir nizam ve İlâhî sistemdir. Hem dünyayı, hem de ahireti hedef alır. Dünya ahiretin ekim yeridir. Mezraıdır. Dikkat edilirse, aynı mantık ve aynı bakış ölçüsünü, tam isabetle Vedâ Hutbesi’nde görmekteyiz.
15-03-2022Vedâ Hutbesi’nin muhtevası içinde, dünyevî huzur ve sükûnun temini için birçok ölçü-prensip-hüküm yer almış durumdadır. Bu cümleden olarak; insan hak ve hürriyetleri ile karşılıklı hak ve vazifeler önemle vurgulanmıştır. Vedâ Hutbesi bu hâliyle, insanlığın karanlıklar içinde kaldığı Ortaçağ’da, en mükemmel insan hakları bildirisi hüviyetinde idi. ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle asırlar sonra farkına varılan hak ve özgürlükler, ‘Vedâ Hutbesi’nde kâmil mânâda beyan edilmiş ve İslam’ın hâkim olduğu çağlarda doyasıya tatbik edilmiştir.
Şimdi, Vedâ Hutbesi’nde, insan hakları bakımından yer alan bazı önemli unsurlara işaret edelim:
EŞİTLİK VE KARDEŞLİK
Vedâ Hutbesi ubûdiyet şartları içinde insanlar arası eşitliği vurgulamıştır.
Her şeyden evvel bu hitabede, prensipler ve kanun önünde eşitlik hususunu görüyoruz. Resul-i Ekrem (s.a.v.), yaptığını söylüyor, teori ile pratiği birleştiriyordu. Meselâ; faizin ve kan davalarının kaldırılması gibi...
“Eskiden (cahiliyet devrinden) kalma bütün kan davaları tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da, Abdulmuttalib’in torunu Rebia’nın kan davasıdır.”
“Her türlü faiz kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz de, Abdulmuttalib’in oğlu Abbas’ın ettiği faizdir… Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.”
Peygamberimizin nazarında zengin-fakir, büyük-küçük, efendi-köle herkes eşitti. Bu yüzden Hz. Peygamber insanlar arasında ayrılık, gayrılık gözetmezdi. Bir zamanlar Selman, Suheyb ve Bilâl hep köle idiler. Fakat bunlar, Resul-i Ekrem’in nazarında, Kureyş’in en büyük reislerinin derecesinde muhterem ve vakarlı idiler.
Bir kere Mahzumoğullarına mensup bir kadın hırsızlık etmiş, onun cezaya uğramamasını isteyenler, Hz. Peygamberin çok sevdiği Üsame’yi vasıta etmişlerdi. Resul-i Ekrem de, “Üsame! İlâhî kanunları tadil etmek mi istiyorsun” demiş, sonra cemaate dönerek, “Eski milletler, bu yüzden helâk olmuşlardı. Çünkü, zenginlere ve nüfuzlulara müsamaha gösterilir, onlara karşı ceza hükümleri tatbik edilmez, fakirler ise ezilirdi. Yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık etmiş olsa, onun hakkında hırsızlık cezasını derhal tatbik ederim” buyurmuştu.
Bedir Savaşı esnasında Hz. Peygamber’in amcası Abbas, müşrik esirler arasında bulunuyordu. Esirler, fidye verdikten sonra tahliye ediliyorlardı. Ensar’ın bazıları, Resul-i Ekrem ile Abbas arasındaki akrabalığın derecesini anlayınca Abbas’ın affedilmesini istemişler; Resul-i Ekrem ise, “Hayır, böyle bir şey olamaz. Onun, ödemek zorunda olduğu fidyenin bir dirhemi bile bağışlanamaz” demişti.
Resul-i Ekrem bir hediye aldıkça, onu arkadaşları arasında tevzi eder, arkadaşları arasında hiç fark gözetmeksizin bu tevziatı yapardı.
Ashab, ittifakla bir şey yaptılar mı, Resul-i Ekrem de onlara iştirak ederdi. Meselâ, Resul-i Ekrem, Medine’de mescidin inşasında bir amele gibi çalışmış, taş taşıyarak ashaba yardım etmişti. Ashab, istirahat etmesi için ısrar ettikleri halde, Resul-i Ekrem, onlara yardıma devam etmişlerdi.
Ahzab Savaşı esnasında, hendek kazılırken Resul-i Ekrem de eline bir çapa alarak çalışmış, üstü-başı toz-toprak içinde kalmıştı.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 515 /519
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir
Devam edecek