Bi’set’in altıncı senesiydi. Müşriklerin bütün çabalarına rağmen İslamiyet, dilden dile, gönülden gönüle yayılıyordu. Hz. Peygamber bir gün Safâ tepesinde otururken, Ebu Cehil yanına gelerek küfür ve hakarette bulundu. Hz. Resul, hiçbir mukabelede bulunmadı.
23-09-2021Bu küfür ve hakaretleri işiten bir cariye; o sırada avdan dönmekte olan Hz. Peygamber’in amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza’nın önünü keserek Allah Resulü’ne yapılan zulmü anlattı. “Bu zulmü görseydin, asla dayanamazdın” şeklindeki sözü üzerine Hz. Hamza iyice hiddetlenerek doğru Kâbe’ye, Ebu Cehil’in yanına gitti. Hz. Hamza kimden olursa olsun, nereden gelirse gelsin haksızlığa asla tahammülü olmayan bir insandı. Kureyş içerisinde de mevkii çok yüksekti.
Ebu Cehil’in yanına varır varmaz hiçbir şey sormaksızın, yayını kafasına indirerek onu yaraladı. “Benim kardeşimin oğluna sövüp, hatırını inciten sensin ha! Ben de artık O’nun dinindeyim. Gücün yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap da göreyim!” dedi. Yanındaki ler, Hz. Hamza’nın üzerine saldırmaya teşebbüs ettiler. Fakat böyle bir şeyin nereye varacağını çok iyi bilen Ebu Cehil; “Dokunmayınız. Hamza’nın hakkı var. Zira, ben onun kardeşinin oğlu hakkında fena sözler söyledim” diyerek, işi alttan alma yoluna gitti. Hz. Hamza oradan ayrılınca da, yanındakilere yönelerek; “Aman ona ilişmeyin. Varıp hiddet ile Müslüman olur. Onunla Muhammedîler kuvvet bulur” dedi. Bir kafirin, kendi insanını kaybetmemek için, kafası yarılmış olmasına rağmen gururunu ayaklar altına alarak gösterdiği fedakârlık, bizler için hakikaten büyük bir ibrettir. Bizlerin, inanan kardeşlerimize karşı ne kadar alçak gönüllü, merhametli ve teşvik edici olmamız gerektiğini artık siz kıyas edin.
Ebu Cehil, böylesine bir siyaset gütmüştü. Fakat, korktuğu başına gelmişti. O gece kalbinde hidayet nuru yavaş yavaş doğmaya başlayan Hz. Hamza, nefsiyle giriştiği amansız mücadeleyi kazanarak ertesi gün Allah Resulü’nün yanına gitti ve Müslüman oldu.
Onun gibi bir kahramanın Müslüman olması, Allah Resulü’nü ve Müslümanları sevince boğarken, müşriklerin ise kalplerine korku ve hüzün salmıştı.
Burada işaret etmemiz gereken bir husus da; Allah Resulü’nün Ebu Cehil’e mukabele etmeyişinin hikmet ve bereketidir.
Hz. Peygamber daha evvelce Kâbe’yi tavaf ederken, başlarında Ebu Cehil olmak üzere bir grup müşrik, kendisine hakaret etmişti. Hz. Peygamber, üçüncü dönüşünde onlara yönelerek; “Ey Kureyşliler! Sözlerimi duyuyor musunuz? Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, başınıza felaket gelecektir” dedi. O’nun bu sözleri, müşriklerin kalbine öyle bir korku salmıştı ki, Ebu Cehil dâhil çokları korkarak yumuşamış; “Ya Ebe’l-Kasım! Haydi selametle git. Vallahi Sen, cahillerden, kendini bilmezlerden değilsin!” diye gönlünü almak zorunluluğunu hissetmişlerdi.
Yine Ebu Cehil, bir gün Hz. Resul’ü secdede görürse, boynuna basıp yere sürteceğine yemin etmişti. O’na bu kötü tecavüzü yapmaya yeltendiğinde, Allah ikisinin arasına ateşten bir çukur açınca, korkarak geri döndü ve niçin geri döndüğüne müşrikleri inandıramayıp rezil oldu.
Bir defasında da, Hz. Peygamber’in başını yarmak üzere irice bir taşı yukarı kaldırmış, ama kaskatı kesilmişti.
Görüldüğü üzere; Allah Resulü’nü koruyan ve gözeten bizzat Cenab-ı Allah’tır. Bazen karşısındakileri etkisiz hâle getirerek Resulü’nü korur; bazen de Celal veya Cemali ile tecelli ederek Resulü’nü yönlendirir. Böylelikle, Allah Resulü aynı davranışlara farklı mukabelede bulunabilir. Hâl böyle olunca; O’nun sert davranışında da, yumuşak davranışında da iradesini Allah’ın iradesine teslim etmiş olduğu için kader-i ilahiyye’nin iştiraki söz konusudur. Cenab-ı Hak bir hadis-i kudside şöyle buyuruyor: “Bir kulum, Bana nafile ibadetlerle yaklaşır. Sonra Ben onun gören gözü, konuşan ağzı, yürüyen ayağı, tutan eli olurum. Benimle bakar, Benimle konuşur, Benimle yürür, Benimle tutar.” Bunun güzel bir örneğini Hz. Hamza’nın Müslüman olmasına sebep olan olayda görmek mümkündür. Eğer Allah Resulü, Ebu Cehil’in kötü tavrı karşısında sessiz kalmayıp mukabelede bulunsaydı, Hz. Hamza merhamete gelerek, yardıma koşmayacak, bu olaylar neticesinde Müslüman olmayacaktı.
Öyleyse, şunu altını çizerek belirtmek borcundayız: Kâmil insanlar, Allah’ın iradesine râm olmuş insanlardır. Dipsiz bir kuyuya taş atsalar, biz, bu hareketin hikmetini o an anlayamayabiliriz. Onları çok boyutlu bir bünye olarak düşünürsek, biz ancak bir boyutuyla kavrayabiliriz. Bizlere düşen, önce itaat ve teslimiyet göstererek yapılan işin hikmetinin zuhurunu beklemektir.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 231 /233
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir