HZ. HAMZA’NIN MÜSLÜMAN OLUŞU…..

      Bi’set’in altıncı senesiydi. Müşriklerin bütün çabalarına rağmen İslamiyet, dilden dile, gönülden gönüle yayılıyordu. Hz. Peygam­ber bir gün Safâ tepesinde otururken, Ebu Cehil yanına gelerek kü­für ve hakarette bulundu. Hz. Resul, hiçbir mukabelede bulunmadı.

<HZ. HAMZA’NIN MÜSLÜMAN OLUŞU…..

Bu küfür ve hakaretleri işiten bir cariye; o sırada avdan dön­mekte olan Hz. Peygamber’in amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza’nın önünü keserek Allah Resulü’ne yapılan zulmü anlattı. “Bu zulmü görseydin, asla dayanamazdın” şeklindeki sözü üzerine Hz. Hamza iyice hiddetlenerek doğru Kâbe’ye, Ebu Cehil’in yanına gitti. Hz. Hamza kimden olursa olsun, nereden gelirse gelsin haksızlığa asla tahammülü olmayan bir insandı. Kureyş içerisinde de mevkii çok yüksekti.

     Ebu Cehil’in yanına varır varmaz hiçbir şey sormaksızın, yayını kafasına indirerek onu yaraladı. “Benim kardeşimin oğluna sövüp, hatırını inciten sensin ha! Ben de artık O’nun dinindeyim. Gücün yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap da göreyim!” dedi. Yanındaki­ ler, Hz. Hamza’nın üzerine saldırmaya teşebbüs ettiler. Fakat böyle bir şeyin nereye varacağını çok iyi bilen Ebu Cehil; “Dokunmayı­nız. Hamza’nın hakkı var. Zira, ben onun kardeşinin oğlu hakkın­da fena sözler söyledim” diyerek, işi alttan alma yoluna gitti. Hz. Hamza oradan ayrılınca da, yanındakilere yönelerek; “Aman ona ilişmeyin. Varıp hiddet ile Müslüman olur. Onunla Muhammedîler kuvvet bulur” dedi. Bir kafirin, kendi insanını kaybetmemek için, kafası yarılmış olmasına rağmen gururunu ayaklar altına alarak gösterdiği fedakârlık, bizler için hakikaten büyük bir ibrettir. Bizle­rin, inanan kardeşlerimize karşı ne kadar alçak gönüllü, merhametli ve teşvik edici olmamız gerektiğini artık siz kıyas edin.

Ebu Cehil, böylesine bir siyaset gütmüştü. Fakat, korktuğu ba­şına gelmişti. O gece kalbinde hidayet nuru yavaş yavaş doğmaya başlayan Hz. Hamza, nefsiyle giriştiği amansız mücadeleyi kaza­narak ertesi gün Allah Resulü’nün yanına gitti ve Müslüman oldu.

Onun gibi bir kahramanın Müslüman olması, Allah Resulü’nü ve Müslümanları sevince boğarken, müşriklerin ise kalplerine kor­ku ve hüzün salmıştı.

Burada işaret etmemiz gereken bir husus da; Allah Resulü’nün Ebu Cehil’e mukabele etmeyişinin hikmet ve bereketidir.

Hz. Peygamber daha evvelce Kâbe’yi tavaf ederken, başlarında Ebu Cehil olmak üzere bir grup müşrik, kendisine hakaret etmiş­ti. Hz. Peygamber, üçüncü dönüşünde onlara yönelerek; “Ey Ku­reyşliler! Sözlerimi duyuyor musunuz? Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, başınıza felaket gelecektir” dedi. O’nun bu sözleri, müşriklerin kalbine öyle bir korku salmıştı ki, Ebu Cehil dâhil çokları korkarak yumuşamış; “Ya Ebe’l-Kasım! Haydi sela­metle git. Vallahi Sen, cahillerden, kendini bilmezlerden değilsin!” diye gönlünü almak zorunluluğunu hissetmişlerdi.

Yine Ebu Cehil, bir gün Hz. Resul’ü secdede görürse, boynuna basıp yere sürteceğine yemin etmişti. O’na bu kötü tecavüzü yap­maya yeltendiğinde, Allah ikisinin arasına ateşten bir çukur açınca, korkarak geri döndü ve niçin geri döndüğüne müşrikleri inandıra­mayıp rezil oldu.

Bir defasında da, Hz. Peygamber’in başını yarmak üzere irice bir taşı yukarı kaldırmış, ama kaskatı kesilmişti.

Görüldüğü üzere; Allah Resulü’nü koruyan ve gözeten bizzat Cenab-ı Allah’tır. Bazen karşısındakileri etkisiz hâle getirerek Resulü’nü korur; bazen de Celal veya Cemali ile tecelli ederek Resulü’nü yönlendirir. Böylelikle, Allah Resulü aynı davranışlara farklı mukabelede bulunabilir. Hâl böyle olunca; O’nun sert dav­ranışında da, yumuşak davranışında da iradesini Allah’ın iradesine teslim etmiş olduğu için kader-i ilahiyye’nin iştiraki söz konusu­dur. Cenab-ı Hak bir hadis-i kudside şöyle buyuruyor: “Bir kulum, Bana nafile ibadetlerle yaklaşır. Sonra Ben onun gören gözü, konu­şan ağzı, yürüyen ayağı, tutan eli olurum. Benimle bakar, Benimle konuşur, Benimle yürür, Benimle tutar.” Bunun güzel bir örneği­ni Hz. Hamza’nın Müslüman olmasına sebep olan olayda görmek mümkündür. Eğer Allah Resulü, Ebu Cehil’in kötü tavrı karşısında sessiz kalmayıp mukabelede bulunsaydı, Hz. Hamza merhamete gelerek, yardıma koşmayacak, bu olaylar neticesinde Müslüman olmayacaktı.

Öyleyse, şunu altını çizerek belirtmek borcundayız: Kâmil in­sanlar, Allah’ın iradesine râm olmuş insanlardır. Dipsiz bir kuyuya taş atsalar, biz, bu hareketin hikmetini o an anlayamayabiliriz. On­ları çok boyutlu bir bünye olarak düşünürsek, biz ancak bir boyu­tuyla kavrayabiliriz. Bizlere düşen, önce itaat ve teslimiyet göste­rerek yapılan işin hikmetinin zuhurunu beklemektir.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 231 /233

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir