HZ. ALİ HAKKINDA NÂZİL OLAN BAZI AYETLER

İbn Abbas’ın rivayetine göre Hz. Ali hakkında tam üç yüz ayet  nâzil olmuştur. (İbn Asakir, Savaik 3, Bâb 9, s. 76) Biz burada bazılarını zikrediyoruz.

HZ. ALİ HAKKINDA NÂZİL OLAN BAZI AYETLER
Mimar Gökhan Demir

HZ. ALİ HAKKINDA NÂZİL OLAN BAZI AYETLER

1- Şeyh Süleyman Belhi El-Hanefi, Yenabi’ül Mevedde’nin 2.  babında birçok âlimlerden şöyle nakletmiştir:

Resulüllah (s.a.v), Allah’ın emriyle Medine’ye hicret ettiğinde, Emirü’l-mü’minin Ali’yi çağırarak şöyle buyurdular:

“Benim geceleri üzerime örtüp yattığım yeşil Hazremi kumaşı üzerine örterek Benim yatağıma yat.”

Hz. Ali de, Resulüllah’ın evini saran müşriklerin yatakta yatanın Ali olduğunu anlamamaları için Hz. Peygamberin buyurduğu şekilde onun yatağına yattı. Böylece Resulüllah rahatça müşriklerin arasından sıyrılıp çıktı. Yüce Allah, Hz. Cebrail ve Hz. Mikail’e, “Ben sizin aranızda kardeşlik tesis ettim. Şimdi birinizin ömrü diğerinden kesinlikle fazladır. Sizden hanginiz ömrünüzün çokluğunu, diğerine bağışlamaya hazırdır?” buyurduğunda; arz ettiler ki, “Allah’ım, bu bir emir midir, yoksa ihtiyari midir? (Tercih hakkı var mıdır?)” Allah Teala “İhtiyaridir” buyurdu. Bunun üzerine onlardan hiç birisi, kendi iradeleriyle ömürlerinin fazla olan süresini diğerine bağışlamaya razı olmadı. Bu sırada Allah Teala onlara şöyle hitap etti: “Ben velim olan Ali’yle, nebim olan Muhammed’in arasında kardeşlik tesis ettim. Ali, kendi hayatını Peygambere feda etmeyi tercih ederek; canıyla O’nu korumak için onun yatağında yattı. Yeryüzüne inin; O’nu, düşmanların şerrinden koruyun.” Melekler hemen yere indiler. Hz. Cebrail, Hz. Ali’nin başucuna, Hz. Mikail ise ayakucuna oturdu. Ve Hz. Cebrail şöyle dedi: “Tebrikler olsun, tebrikler olsun sana ey Ebu Tâlib’in oğlu! Allah seninle meleklerine karşı iftihar ediyor.” Bu esnada Resulüllah’a Bakara Sûresi’nin 207. ayeti nâzil oldu. Ayet şöyledir: “İnsanlardan öylesi vardır ki, canını Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için satar, kendini feda eder. Allah kullarına karşı rauftur, çok merhametlidir”.

(İbn Sebi’ Mağribi, Şifaü’s Sudûr; Taberani, Mu’cem’ul Evsat ve Kebir; İbn Esir, Usd’ül-Gabe, c. 4, s. 25; Nuruddin b.Sabbağ el Malikî, Fusulu’l Mühime Fi Marifet-il Eimme, s. 33; Ebu İshak Salebi, Tefsir; Fazıl Nişaburî, Tefsir; İmam Fahr-i Râzî, Tefsir; Celaluddin Suyuti, Tefsir; Hafız Ebu Nuaym el-İsfehani, Ma Nezei’el Kur’an-u Fi Ali; Hatip Harezmî, Menakıb; Şeyh’ul İslam İbrahim b. Muhammed Hemvini, Feraid; Muhammed b. Yusuf Genci eş-Şafii, Kifayet’üt-Tâlib, 62.bâb; İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned; Muhamed b. Cerir Taberî (çeşitli kanallardan rivayet etmiştir); İbn Hişam, Siretü’n-Nebi; İmam Gazali, İhya-u Ulûm, c. 3, s. 223; Ebu Seadat, Fezail-u İtret’it-Tahire; İbn Ebi’l Hadid, Nehcü’l-Belağa Şerhi; Sibt b. Cevzî, Tezkiret’ul Havas, s. 21.)

2- Mübahele Ayeti: Resul-i Ekrem (s.a.v), Necran hıristiyanlarını İslâm’a davet ettikten sonra, onların önde gelen bilginlerinden olan Seyyid, Akıb, Casilik, Alkame ve 70 kişiyi aşkın bir grup, 300 kişiye ulaşan takipçileriyle beraber Medine’ye geldiler. Resulüllah’la yaptıkları birkaç ilmi münazarada, sabit ve muhkem delillerle gereken cevapları alarak yenilgiye uğradılar. Zira Resulüllah’ın delilleri, onların elinde bulunan ve onlar tarafından güvenilir görülen kitaplardandı. Resulüllah, o kitaplardan da deliller göstererek kendi haklılığını ispat etti, Hz. İsa’nın Hz. Peygamberin alamet ve nişaneleri hakkında söylediği sözleri ve zuhur edeceği ile ilgili olarak haber verdiğini onlara anlattı. Zaten hıristiyanlar, Hz. İsa’nın verdiği haberlere göre böyle bir zuhurun bekleyişi içindeydiler. Buna göre “O (Resul) deveye binmiş halde (Mekke’de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak, İyr ve Uhud (Medine) arasında hicret edecektir.” Hz. Resulüllah’ın delilleri öyle güçlüydü ki, teslim olmaktan başka cevapları yoktu. Ancak makam ve mevkî sevgisi onların teslim olmasına engel oluyordu. Onlar, İslâm’ı kabul etmediklerinden; Resulüllah, Allah’ın emri üzerine doğrunun yalancıdan ve hakkın batıldan ayırt edilmesi için onlara mübahele (karşılıklı beddualaşma) yapılması önerisinde bulundu. Rivayete göre Resulüllah kendisine inen ve onları mübaheleye davet eden şu ayet-i kerimeyi okudu: “Artık sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki; “Geliniz oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizzat canlarımızı ve canlarınızı çağıralım, toplaşalım. Sonra karşılıklı lanetleşelim de, böylece Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım”. ( Al-i İmran, 61) Hıristiyanlar bu öneriye razı oldular; ancak bu işin bir gün sonraya bırakılmasını istediler. Hz. Peygamber onların bu erteleme isteklerini kabul etti. Ertesi gün, Hıristiyanların hepsi, yetmişten fazla bilginleri eşliğinde Medine’nin çıkışında, Resulüllah’ın çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı. Aniden “Medine” kalesinin kapısı açıldı. Resulüllah, sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın, önlerinde ise iki çocuk olduğu halde gelerek, hıristiyanların karşısındaki bir ağacın altında oturdu. Bunların dışında kimse onlarla birlikte gelmemişti. Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, mütercimlerden, “Muhammed ile gelenlerin kimler” olduklarını sordu. Mütercimler, “O genç, damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebu Tâlib’dir. O kadın, O’nun kızı Fâtımâ, iki çocuk ise O’nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin’dir” dediler. Piskopos bu durumu görünce, Hıristiyan bilginlerine şöyle dedi: “Bakınız, Muhammed nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübaheleye getirip, onları belaya mâruz bıraktı. Allah’a and olsun ki, eğer onun tereddüdü veya korkusu olsaydı; asla onları getirmez ve mübaheleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan sevdiklerini bu hadiseden uzak tutardı. Onunla mübahele yapmamız kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri’nden korkmasaydım, ona iman ederdim. Öyleyse; onun isteklerini kabullenerek anlaşıp, şehrimize dönelim.” Arkadaşlarının hepsi “Söylediklerin doğrudur” deyip piskoposu tasdik ettiler. Bunun üzerine piskopos, Hz. Peygambere “Biz, seninle mübahele yapmıyor, anlaşmak istiyoruz” dedi. Hz. Peygamber de onların bu teklifini kabul etti. Resulüllah bu olay üzerine şöyle buyurdu: “Canımı elinde tutan Allah’a and olsun ki, azap ve bela Necranlıların başları üzerinde dolaşıyordu; eğer lanetleşmeye kalkışsalardı maymun ve domuz şekline dönüşürlerdi. Bütün vadi ateşle dolar; Yüce Allah bütün Necran ehlini yok ederdi.” Bu mânâda Hz. Ali (k.veche), Resulüllah’ı (s.a.v.) hayatında ve ölümünden sonra tam anlamıyla temsil edebilecek tek ve en kamil kişidir; tabii ki peygamberlik makamı bundan istisnadır (Abdullah Ğureyfi, et-Teşeyyu, s. 224; Keşfü’l Yakin s. 213; el-İrşad s. 89; Zemahşerî, elKeşşaf; Fahrettin Râzî, Tefsirü’l Kebir; Nuru’l Ebsar s. 100; Taberî, Tefsir, c. 3, s. 212–213; Vahidî, Esbab’ün-Nüzûl, s. 74–75; et-Teraif s. 42. Ayrıca bkz. Müslim b. Haccac, Sahih; Ebu Nuaym el-İsfahani, Hilyetü’l Evliya; Ebu Muayyid Harezmî, Menakıb; Süleyman Belhi elHanefî, Yenabiu’l Mevedde; Sibt b. Cevzi, Tezkire; İbn-i Hacer-i Mekki, es-Savaik’ul Muhrika).

Kaynak eser: Prof.Dr. Haydar Baş Hocamızın İmam Ali (k.v.) Kitabından aynen nakledilmiştir.

Devam edecek