HÜZÜN YILI (M.620) I…..

    Üç senelik ablukadan kurtulmanın sevincini acı olaylar takip etti. Üst üste gelen acı hadiselerin ilki, Hz. Peygamberin dört ya­şındaki en büyük oğlu Kâsım’ın vefatı oldu. Allah Resulü, çok mü­teessir olmuştu. Oğlunun cenazesini taşırken karşısında bulunan Kuaykıan dağına; “Ey dağ! Benim başıma gelen şey, senin başına gelseydi, dayanamaz yıkılırdın” demesi bu derin teessürünün bir ifadesidir.

<HÜZÜN YILI (M.620) I…..

Henüz, Kâsım’ın vefatının hüznü dağılmadan Allah Resulü, di­ğer oğlu Abdullah’ı da kaybetti.

Bu acı hadiseler sebebiyle Allah Resulü ve Müslümanların kalp­leri kan ağlarken, müşrikler taziye etmek şöyle dursun, sevinçlerin­den ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Hatta içlerinden Ebu Cehil ve As b. Vail işi daha da ileri götürerek: “Artık Muhammed ebterdir. Nesli kesilmiştir” diye alay edecek kadar küstahlaşmışlardı.

Bu lakaba oldukça alınan Allah Resulü’nü teskin etmek üze­re Allah (c.c.), Kevser Sûresi’ni inzal buyurdular: “Doğrusu, Biz Sana Kevser’i ihsan etmişizdir. Öyle ise Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Asıl ebter, süphesiz Seni kötüleyendir.”

Bir müddet sonra amcası Ebu Tâlib hastalandı. Artık ölüm dö­şeğindeydi. Allah Resulü, bir yandan kendisini korumak uğrunda herşeyini feda eden çok sevdiği amcasını kaybedeceğine üzülür­ken, bir yandan da Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olmasını istiyordu. Bu sebeple O, hastalığı boyunca amcasının başında per­vane olmuş, defaatle kelime-i şehadete çağırarak; “Ey Amcacığım, gel sen ‘La ilahe illallah’ de, onunla Sana ahirette şefaat edebile­yim” teklifinde bulunmuştu.

Eserimizin bundan önceki baskılarında, yararlandığımız bazı Ehl-i Sünnet kaynaklarına dayanarak Ebu Tâlib’in Müslüman ola­rak ölmediğini açıklamıştık.

Kasas Sûresi 56. ayet ve Tevbe Sûresi 113. ayeti de delil olarak göstererek, yaptığımız bu hataları, Ebu Tâlib’in ruhundan ve vâris­lerinden özür dileyerek bu baskımızda düzeltiyoruz.

Öncelikle bizim de hataya düşmemize sebep olan asılsız isnad­ları inceleyelim.

1- Ebu Tâlib, ölmek üzere olduğunda, Resulûllah yanına giderek, “Ey Amca, ‘La ilahe illallah’ de ki, Allah nezdinde hüccet olsun” dedi. Orada hazır bulunan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebi Umeyye, “Ey Ebu Tâlib, sen Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyor­sun?” dediler. Ebu Tâlib de bunun üzerine “Ben Abdulmuttalib’in dini üzereyim” dedi. Bunun üzerine Resulûllah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:

“Ben de nehy edilinceye kadar senin için dua edeceğim.”

O zaman da şu iki ayet nâzil oldu:

“Yakınları bile olsa, kendilerine hak açıklandıktan sonra müşrik olanlar için Allah’tan yarlığama dilenmesi, ne Peygamber ve ne de inananlar için doğru olmaz.” (Tevbe, 113)

“Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin.” (Kasas, 56; Bkz. Sahih-i Buharî, c. 5, s. 131; Tefsir-i Taberî, c. 11, s. 30-31)

Ebu-l Futûh Razi bu rivayete cevap olarak şöyle yazıyor: “Bu rivayet bâtıldır. Zira, bu ayetler, Resulûllah’ın (s.a.v.) vefatına ya­kın bir zamanda nâzil olmuştur. Halbuki Ebu Tâlib, çok önceleri ölmüştü.” (Bkz. Tefsir-i Ebu-l-Futûh, c. 6, s. 126  )

Kaldı ki, rivayet edilen bu hadisin ilk bölümü ile, son bölümü arasında çelişki vardır: Abdulmuttalib’in dini üzere olduğunu söy­lemiştir. Abdulmuttalib ise Hanif üzere idi, Müslüman idi.

2- Zeyni Dehlan şunları kaydediyor: “Ahmed bin Hanbel, Tir­mizî, Teyalisî, İbn-i Ebi Şeybe ve Nesaî’nin Hz. Ali’den rivayet et­tikleri bu ayetin nüzul sebebi şuydu: İnsanlar, müşrik olan babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkûr ayet nâzil oldu. Bu hususu aynı şekilde İbn-i Abbas da rivayet etmiştir.” (Bkz. Esne'l-Metâlib, s. 18 )

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 267 /275

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

 

Devam edecek