Allah (c.c.), “Ey Peygamber! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah Seni insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah kâfirler topluluğuna hidayet etmez” (Maide, 67) buyuruyor.
06-07-2023Bazıları, bu ayet sanki risaletin ilk günlerinde nazil olmuş gibi düşünerek, Allah’ın Resulden (s.a.a.) tebliğ etmesini istediği hususun İslam’ın geneli olduğunu kanaatine varmışlardır. Oysa ki ayet Peygamber Efendimizin (s.a.a.) ömürlerinin son günlerinde nazil olmuştur.
Bu ayet nazil olduğunda Peygamber Efendimiz (s.a.a.) hac kafilesini Gadir–i Hum mevkiinde durdurmuş ve 120 veya 150 bini aşkın sahabinin sıcaktan yanan çöl kumları üzerinde toplanmasını beklemiştir. Peygamberimiz (s.a.a.) yüksek bir sesle, herkesin dikkatini üzerine çekti ve konuşmaya başladı:“Hamd, Allah’a (c.c.) mahsustur.
Sadece O’ndan yardım diliyoruz. İmanımız ve tevekkülümüz O’nadır. Kötü ve yanlış amellerimizden O’na sığınırız. Yolunu kaybedenlere O’ndan başka sığınak yoktur. O’nun yol gösterdiği, hiçbir zaman yolunu kaybetmeyecektir. O’ndan (c.c.) başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna tanıklık ederim.
Allah’a (c.c.) övgü ve O’nun birliğine şahadetten sonra şöyle derim: Ey halk! Rahman ve bilen Allah (c.c.), Bana ömrümün sonlarına yaklaştığımı haber vermiştir. Bir an önce Allah’ın davetini yerine getirip ebedi yere gideceğim. Ben ve siz üzerimize olan miktarda sorumluyuz.
Şimdi sizin düşünce ve görüşünüz nedir?” Halk şöyle dedi: “Biz tanıklık ederiz ki Sen Allah’ın (c.c.) mesajını ulaştırdın; bize nasihattan ve vazife yolunda telaştan kaçınmadın; Allah (c.c.) Seni en iyi şekilde mükâfatlandırsın.” Sonra şöyle buyurdu: “Acaba siz Allah’ın (c.c.) birliğine ve Muhammed’in (s.a.a.) O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmiyor musunuz? Acaba cennetin, cehennemin, ölümün, kıyametin şüphe götürmez olduğuna ve Allah’ın (c.c.) ölüleri dirilteceğine ve bunların hepsinin doğru olduğuna ve bunlara inandığınıza tanıklık etmiyor musunuz?” Hep birlikte, “Evet bu gerçeklere tanıklık ediyoruz” dediler.
Resûlullah (s.a.a.) şöyle devam etti: “Ey Allah’ım! Tanık ol.” Sonra vurgulu bir şekilde şöyle buyurdu: “Şüphesiz öteki diyara intikal etmek ve havuzun kenarına ulaşma hususunda sizden öne geçeceğim. Siz havuzun kenarında Benim huzuruma geleceksiniz. Havzumun genişliği Sa’na ile Basra arası kadardır. Onda yıldızlar kadar gümüşten kadeh ve bardak vardır. Düşünün ve dikkatli olun ki rıhletimden sonra sizin aranızda iki değerli şey bırakacağım: Bakalım onlarla nasıl muamele edeceksiniz?” Bu sırada halk dedi ki: “Ey Allah Resulü, o iki değerli şey nedir?” Şöyle buyurdu: “İki emanetten büyük olanı, Allah’ın(c.c.) Kitabıdır ki bir tarafı Allah’ın (c.c.) elinde, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Öyleyse onu sıkı tutun ve elden bırakmayın, böylece yolunuzu kaybetmeyin. Küçük olanı ıtretimdir/Ehl–i Beyt’imdir. Gerçekten bilen ve rahmetli Allah (c.c.), bu ikisinin havuz başında Benim huzuruma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacağını bana haber verdi. Ben, bunu Allah’ımdan (c.c.) diledim. Öyleyse bu ikisinden öne geçmeyin ve o ikisini izlemede geri kalmayın ve ihmalkârlık etmeyin ki helak olursunuz.”
Sonra Ali’nin (a.s) elini tuttu ve kaldırdı; o kadar ki koltuğunun altının beyazlığı gözüktü. Halk onu gördü ve tanıdı. Resûlullah, sözlerine şöyle devam etti: “Ey halk, Ben her mümin için, kendi nefsinden evla değil miyim?” Sahabe, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” karşılığını verdi. Resûlullah (s.a.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah (c.c.) Benim mevlamdır ve Ben müminlerin mevlasıyım ve onlara kendi nefislerinden evla ve daha öncelikliyim. Öyleyse Ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır.”
Ahmed b. Hanbel’in dediğine göre, Resûlullah (s.a.a.) bunu dört defa tekrarladı. Sonra elini dua için açtı ve şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım, onu seveni sev ve ona düşmanlık edene düşman ol. Dostlarına yardım et ve alçak düşürmeye çalışanı alçalt. Onu, hakkın mizanı, mihveri ve ölçüsü karar kıl.” Sonra Resûlullah (s.a.a.) şunları ekledi: “Hazır olanlar, hazır olamayanlara bunu iletsin.” Topluluk dağılmadan önce vahiy emini bu ayeti Resûlullah (s.a.a.) nazil etti: “Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslâm’a razı oldum.” (Maide 3)
Bu sırada Resûlullah (s.a.a.) Allahüekber nidasıyla, dinin ikmaline ve nimetin itmamına ve Allah’ın (c.c.) O’na verdiği risalet ve Ali’ye (a.s) verdiği velâyete olan rızasından ötürü şükretti. Hazır topluluk, bu arada Şeyheyn (Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir) Emirü’l–Müminin’e şöyle tebrik dediler: “Kutlu olsun! Kutlu olsun! Sen ey Ebu Talib’in oğlu benim ve her erkek ve mümin kadının mevlası oldun.”
İbn Abbas dedi ki: “Allah’a (c.c.) and olsun ki, Ali’nin (a.s.) velâyeti herkese farz oldu.”Bütün İslâm ümmetinin görüş birliğiyle kabul ettiği Gadir olayını kısaca anlattık. Bu olayı İbni Mace, Tirmizi, Nesai, Ahmed b. Hanbel gibi otuzu aşkın muhaddis, Salebi, Vahidi, Kurtubi, Kaadi, Beyzavi, Fahreddin Razi başta olmak üzere pek çok müfessir; Taberi, İbni Kuteybe, İbni Kesir, Suyuti gibi yirmi dördü aşkın tarihçi eserlerinde rivayet etmiştir.
Bütün bu andığımız kişiler Ehl–i Sünnet âlimleridir.Kısaca Gadir–i Hum olayı ile Peygamber Efendimiz (s.a.a.), kendisinden sonra imam olacak şahsı tüm insanlara açık bir şekilde tebliğ etmiş, bu olayın orada olmayanlara da aktarılmasını emretmiştir.Kıyamete kadar devam edecek olan bu yolun rehberi İmam Ali (a.s.) ve diğer İmamlardır. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra Müslümanların tâbi olacağı velayet yoludur ve imamettir. Çünkü onları Allah (c.c.) seçmiştir.(Yararlanılan kaynak: İmam Ali, Prof. Dr. Haydar Baş)