Resul-i Ekrem (s.a.v.) Vedâ Hutbesi’nde, emanet mefhumunun önemini de vurgulamıştır. Esasen emanet mefhumu geniş bir kavramdır. En büyük emanet Kur’an-ı Kerim’dir. Öyle bir emanet ki, hayatın gayesini, yaratılış hikmetinin gereğini oluşturur. En büyük gaye olan Allah’a kulluk, Kur’an-ı Kerim emanetine sahip çıkmakla gerçekleşebilir.
29-03-2022Sonra da; beden-sağlık, hayat, kadınlar birer emanettir. Bunların da korunması ve emanetin hakkının verilmesi gerekmektedir. Kulluk şartları içinde emanet çok geniş bir anlam ifade eder. Emanetin hakkına riayet, mü’minlerin en önemli vasıfları arasındadır. Resulûllah’ın bu hususla ilgili şu sözleri ne kadar yerinde ve isabetlidir ve de ölçü koymaktadır:
“Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin. Hediyeler, hediye ile karşılanır. Başkalarına kefil olan, kefâletin mesuliyetini üzerine alır.”
Peygamberimizin emanete riayet ettiği ve doğru sözlü olduğuna düşmanları bile şehadet etmektedir. Ancak insanlardan bir kısmı, O’nun davasını tuhaf görüp kibirlendi ve peygamberliğini inkâra kalkıştı. Fakat bu inkârın hiçbir dayanağı yoktur.
Şimdi, düşmanların bile Resulûllah’ın doğruluğuna nasıl şehadet ettiklerini görelim:
Beyhakî, Muğire b. Şu’be’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamberi ilk tanıdığımda benimle Ebu Cehil, Mekke sokaklarında Resulûllah ile karşılaştık. Resulûllah, Ebu Cehil’e hitaben buyurdu: “Ey Ebu Hakem! Allah’a ve Resulü’ne gel. Ben, seni, Allah’a davet ediyorum.” Ebu Cehil, buna karşılık şöyle dedi: “Ya Muhammed! Sen, bizim ilâhlarımızın aleyhinde bulunmaktan vazgeçer misin? Tebliğ ettiğin şeylere bizim şehadetimizden başka bir şey istemiyorsun. Biz tebliğ ettiğine dair şehadet ederiz. Allah’a yemin ederim, dediğinin hak olduğunu bilseydim Sana tâbi olurdum.”
Allah’ın Resulü yoluna devam etti. Ebu Cehil bana dönüp dedi ki: “Allah’a yemin ederim; dediğini hak olarak biliyorum. Ancak O’na tâbi olmaktan beni bir şey men ediyor. Kureyşoğulları, ‘Kâbe bekçiliği bizdedir’ dediler; yine kabul ettik. Sonra; ‘Şûra Meclisi bizdedir’ dediler, onu da kabul ettik. Daha sonra, misafirlere yemek yedirmek hususunda yarışma hâlindeyken, ‘bizden bir peygamber vardır’ demeğe kalkıştılar. Allah’a yemin ederim, ben bunu kabul etmem.”
Tirmizî, Hz. Ali’den rivayet etmiştir: Ebu Cehil, Peygamber’e dedi ki: “Biz, Seni yalanlayamayız. Ancak getirdiğin şeyi yalanlıyoruz.” Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “Onlar, Seni yalanlayamazlar. Ancak zâlimler Allah’ın âyetlerini inkâra kalkışıyorlar.” (En’âm, 33)
‘Emanet’, peygamberlerde bulunması gereken sıfatlardandır. Hz. Peygamberin, Allah tarafından kendisine yüklenen görevlere bağlı kalmasını ifade eder. Emanet, saklanmak üzere bırakılan bir haktır. Dolayısıyla; Müslümanların da, kendilerine bırakılan emanetleri yerine getirmesi gerekir. Onlara riayet etmemek hıyanettir. Hz. Peygamber, Hicret’ten önce, kâfirlere ait kendisinde bulunan emanetleri yerine vermesi için Hz. Ali’yi görevlendirmişti. Kendisini anavatanından çıkmaya zorlayan kâfirlere karşı Hz. Peygamber’in bu davranışı çok manidardır.
Allah’ın emirleri ve teklifleri, yüklenilen herhangi bir vazife emanettir. Onları layıkıyla yapmamak, emanete hıyanettir. İslam, emanete hıyanetin münafıklık alâmeti olduğunu bildirir. Zira, Hz. Peygamber şöyle buyrumuştur: “Münafığın alameti üçtür: Söyleyince yalan söyler, vaadini tutmaz, emanete hıyanette bulunur.” (Buharî )
Kur’an’da Müslümanların vasıfları sayılırken, emaneti gözettikleri ve verdikleri sözleri tuttukları da zikredilir.
“Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.” ( Meâric, 32)
İnsanın geçici olarak elinde bulunan ve mülkiyetinde olan şeyler de, kendisine birer emanettir. Hz. Peygamber, Vedâ Hutbesi’nde, kadınlar konusunda Müslümanların dikkatli olmalarını; çünkü, onları Allah’ın emaneti olarak aldıklarını ve onlardan istifade ettiklerini ifade etmiştir. Emanet duygusu, imanın tezahürüdür. “Emanet sahibi olmayan kişinin, gerçek imanı yoktur” hadisi bunu ifade etmektedir.
“Emanet duygusu kaybedildiği zaman kıyameti bekle!” buyurmuştur Resulûllah (s.a.v.)… Demek ki; emanet duygusunun kaybolması, kıyamet alâmetlerindendir.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 529 /533
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir