ALLAH’IN SEVGİLİSİ CENNETTE…..

    Resulûllah (s.a.v.), Cebrail (a.s.) ile birlikte Cennetin kapısına vardılar. Cennetin duvarları gümüşten, inciden, yakut ve zümrüt­tendi. İnce, beyaz ve güzel Huri kızlarının başlarında yakut taçlar vardı.

<ALLAH’IN SEVGİLİSİ CENNETTE…..

Cennet ehli istediğini yer, içerler. Nehirlerin kıyıları beyaz in­cidendir. Çakıl taşları, yakut ve zümrüttür. Daha sonra Resulûllah (s.a.v.), Allah’ın, kendisi için yarattığı Kevser Havuzu’nu gördü. Kevser; sütten beyaz, baldan tatlı, kardan soğuk, miskten güzel ko­kuludur.

Peygamber, kırmızı yakuttan bir köşk gördü. Bu, Hz. Ebubekir’in köşküydü. Yeşil zümrütten bir köşk gördü. Bu, Ömer’in köş­küydü. Yine büyük ve hoş olan iki köşk gördü. Bunlar da Os­man ve Hz. Ali’nindiler.

                                           PEYGAMBERİMİZ CEHENNEMİ GÖRÜYOR

Allah’ın emriyle Cehennem tabakaları açıldı. Resulûllah (s.a.v.), bütün azap çeşitlerini müşahade etti.

İlk olarak, karınları dağlar gibi büyümüş ve zehirli yılanlarla ve akreplerle dolmuş birtakım insanlar gördü ki, bunlar zekât verme­yenlerdi.

Başka bir kavme, bir hastalık musallat olmuştu. Etleri dökül­müş, kemikleri görünüyordu. Elleri, ayakları ve dilleri kesilmiş ol­duğu hâlde azap çekiyorlardı. Cebrail (a.s.); “Bunlar, dünyada iken dilleri ile Müslümanlara eziyet edenlerdir” buyurdu.

Bir kavmin kulaklarına eritilmiş kurşun dökülüyordu. Bunun et­kisiyle beyinleri pişiyordu. Bunlar, çalgı dinlemeyi âdet edinmiş kimselerdi.

Bir kavme daha rastladı ki, pis kokuyorlardı. Yüzleri siyahtı. Üzerlerinde ateşten elbiseleri vardı. Cebrail; “Bunlar içki içenler­dir” buyurdu.

   Bir grup insan ise, ateşten bıçaklarla kesiliyordu. Etleri parça­landıkça yeniden diriltiliyor ve yeniden kesiliyordu. Bunlar, haksız yere Müslümanların kanını akıtanlardı.

Sonra bir kadın topluluğuna rastladı. Ateşten mızraklarla dö­vülüyorlardı. Feryatları domuz, köpek sesi gibiydi. Cebrail (a.s.); “Bunlar, kocalarını inciten kadınlardır” buyurdu.

Daha ileride, bir kadın saçlarından asılmıştı. Beyni kaynıyordu. Cebrail; “Bu da, saçlarını gizlemeyen kadınların akıbetidir” buyurdu.

Bir başka kadın da dilinden asılmıştı. Boğazına erimiş katran dökülüyordu. Bunlar, dilleriyle kocalarına eziyet eden kadınlardı.

Bu şekilde, cehennemin sayısız ve vasfedilemeyecek kadar çok azabını seyreden Resulûllah, dönüş yolculuğuna başladı. Ve kendi­ni bir anda Arş’da buldu.

Peygamber Efendimiz, Mi’rac’dan dönmeye başlayınca mesa­feler, önünde küçülüyordu. Cebrail’e; “Ya, kavmim Beni tasdik et­mezse!” diyordu. Cebrail; “Kimse tasdik etmezse Ebubekir tasdik eder” buyurdu.

Peygamberimize ve ümmetine bu şerefli gecede bahşedilen İlahî tecellilerin, hitapların ve iltifatların her biri sonsuz kıymeti haiz olmakla beraber, dinin direği olan namazın bu emirler arasında ayrı bir yeri vardır. Zira; “Namaz, mü’minin miracıdır.”

Namaz, âlemdeki bütün mahlûkatın; dağlar gibi ‘kıyam’ hay­vanlar gibi ‘rükû’ ve sular gibi ‘secde’ hâlindeki bütün varlıkların ibadetinin özü, özetidir. Dolayısıyla, namazını kılan mü’min, me­leklerin ve bütün mahlûkatın ibadetini de yapmaktadır.

Abdulmuttaliboğulları, İsrâ ve Mi’rac gecesinde Hz. Peygambe­ri bulamayınca aramağa çıktılar. Hatta Hz. Abbas, Zituva’ya kadar çıktı. Allah Resulü, başına gelen hayırları haber verince rahatladı. (İbn Sa’d, 1/214; Zehebî, 2/178)

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 299 /302

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir