Yazık sana ey cahil, sana göre din oyuncak’

Yazık sana ey cahil, sana göre din oyuncak. Karışık bir şey... Hayır, anladığın gibi değil. Kafanda keramet yok

<Yazık sana ey cahil, sana göre din oyuncak’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ


Ey karıştırıcı ve korkutucu adam, kendini söze haklı gördün. Hâlbuki sende öyle bir ehliyet yok. Bu ehliyet, insanlar arasında sayılacak kadar tek olanlara verilir.

Bu hak ayrıca iyiler arasında bazı fertlere tanınır. Onlar ehliyet sahibi olmadan konuşmazlar. Aksi hâlde âdetleri susmak olur.

Onlar şifreli konuşur. Söze pek önem vermezler. Onlar arasında söylemek emrini alan nadirdir. Emir alınca konuşur, konuşmaya başlarlar, ama ne hâllerle...

Artık o konuşma sonunda haber olarak verilen şeyler, açık bilinir. İşlerin, sırrına ve kalbine izafesi zevahiri kurtarmak için olduğu anlaşılır. İşte bundandır ki, Hazret-i Ali (r.a) şöyle buyurdu: "Perde açılsaydı, yakinim artmazdı." Yine buyurur: "Görmediğim Allah'a kulluk etmem." Yine söyler: "Rabb'im, kalbimi gösterdi."

Ey cahiller, bilgin kişilere karışınız ve onlara hizmet ediniz ve ilmi onlardan belleyiniz. İlim Hak erenlerin ağzından alınır. Bilgi sahipleri ile otururken edebinizi takınınız. Onlara itirazda bulunmayınız.

Onlardan maddî şeyleri talep etmeyiniz ki, bilgilerinden fayda alasınız ve bereketleri üzerinize yağsın... Ve yararlı hâlleri sizi sarsın... İrfan sahipleri huzurunda susarak oturunuz. Zâhid kişilerle otururken kalp âleminizi güzel tutunuz.

İrfan sahibi öyle kimselerdir ki, her an mesafe alır; bir an öncesini geçer. Onun, her dem Yaratan'a karşı korkulu saygısı artar. O'nun varlığı önünde boynunu eğer. O daima kendini gözetenden çekinir; başkasından korkmaz.

Onun saygılı korkmasındaki artma, yakınlık duygusunun artmasından ileri gelir. Fazla susması, onun müşahede hâlinin fazla olmasındandır. Hak Teâlâ'nın kudsî sıfatları, arif olan kimsenin nefsini, tabiatını, şahsî istek ve âdetlerini, hatta mevhum olan varlığını dahi yokluğa batırır ve artık konuşamaz hâle getirir.

Kalp hâli ve makam dili ise konuşur, ama kendisi yoktur. Nimetlerin inzalini anlatır. Elinde mevcut nimetleri kendine mal etmeden, Hakk'ın nimetlerini belirtir. Onlar, hazır nimetten fayda almak için sessiz oturur, kalplerinden akıp gelen şarabı içerler.

Bir kimse, irfan sahipleri ile oturmaya fazla rağbet ederse nefsini anlar. Yaratan'ına karşı boynu eğik olur. Bu yüzdendir ki, "Nefsini bilenin Rabb'ine karşı boynu eğik olur." derler:

Yine bundandır ki, "nefsini bilen, anlayan, Rabb'ini bilir."

Nefsinin ne olduğunu anlayan zât, Allah Teâlâ'ya ve O'nun yarattığı kullara karşı gönlünü engin kılar. O nefis, kulla Yaratan arasında bir hicap sayılır.

Onu iyi anlayan çekinir ve Yaratan'ının şükrü ile uğraşır. Şükrünü devam ettirdikçe Hak Teâlâ, nefsi hakkında o kula yeni bilgiler ihsan eder. Ve o insan bilir ki, Yaratan, ancak dünya ve âhiret için hayrı emreder ve onu öğretir.

Bundan sonra, o iman sahibinin dış âlemi şükürle meşgul olur; iç âlemi ise hamde devam eder. Dış hâli her ne kadar dağınık olsada iç âlemi topludur. Bulunduğu iç hâli örtmek kastı ile dıştan hüzünlü görünür, ama iç âleminde sevinçlidir.

İman sahibi için durum böyle olsa da irfan sahibi için böyle olmaz; onun içi hüzünle doludur. Sevincini dıştan göstermek ister.

Çünkü o şiddetli bir arzuya sahiptir; kapıyı bekler. Hâl böyle iken neler geleceğini bilemez, üzülür. Ve düşünür ki: "Yaptığı ret mi olur, yoksa makbul mü? Acaba kapı açılacak mı, yoksa yüzüne mi vurulacak?" (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)