‘Nefsine göre sevme ve onun arzusu ile kızma’

Bir kişiyi sevmek, öbürüne de kızmakla karşılaşırsan, nefsine göre sevme ve onun arzusu ile kızma. Bunları yaparken tabiî arzunla yapma

<‘Nefsine göre sevme ve onun arzusu ile kızma’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ

Bir kişiyi sevmek, öbürüne de kızmakla karşılaşırsan, nefsine göre sevme ve onun arzusu ile kızma. Bunları yaparken tabiî arzunla yapma.

Her iki hâli de kitaba -Kur'ân'a- ve Sünnet'e arz et. Sevgi işine uyarlarsa sev; uymazlarsa dön.

Yine kızmak için uyarlık gösterirlerse, uy; aksi hâlde hemen dön. Şayet Kitap ve Sünnet'te bir hüküm bulamazsan, doğru zâtların kalbine yönel, onlara sor, hâlini öğren. Onların kalbine müracaat et; o kalpler doğrudur.

Kalp iyi olursa, Allah'a en yakın olan olur. Kalp, Kitap ve Sünnet'le amel ederse Hakk'a yakın olur. Yakın olunca, iyiliğine ve kötülüğüne olan şeyleri öğrenir. Hak için ve Onun zâtından gayri şeyler için olanı öğrenir. Hakk'ı bâtılı beller.

İmanlı olmanın ilk derecesinde bulunan kimsenin dahi bir nuru olunca, imanda derece alan ve sıddîk mertebesini bulan kimse için nasıl nur olmaz ve o nurla iyiyi kötüyü nasıl seçemez?

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, iman sahibi için şöyle buyurur: "İman sahibinin ferasetinden (bir şeyin özünü kavramasından) sakınınız; çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar."

Bu nur, Hak yakınlığını bulan irfan sahibinde bulunur. O nurla, Hakk'a yakınlık mertebesine bakar, görür. Ve kalbi cihetiyle Hakk'a nice yakınlığı olduğunu anlar.

O irfan sahibi, meleklerin, nebilerin ruhlarını görür. Doğru kimselerin kalbi ona ayan olur. Onların ruhî durumlarını sezer ve onların hâllerini, makamlarını bilir.

Bunların hepsi, kalbin safiyeti ve Hak tarafından verilen, süveyda (siyahçık) tâbir edilen bir noktadan ibaret kanla olur. O irfan sahibi Yaratan'ı ile sonsuz bir ferah içindedir. O irfan sahibi, bir vasıta olur, Hak'tan alır, halka dağıtır.

İman ve irfan sahiplerinden bir kısım vardır, kalpleri hikmet deryasıdır; dilleri onu halka aktarır. Onlardan bir zümre vardır, kalpleri ilim hazinesidir, dilleri peltek olur, halka laf edemez.

Münafığın bütün bilgisi dilindedir; kalbi peltek olur, bir şey diyemez. İşte bu yüzdendir ki, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "Ümmetim için en korktuğum şey, dili bilgin, içi bozuk (münafık) olmaktır."

Hiçbir şey seni aldatmasın. Allah, dilediği işi yapar. O'nun yapacağı işe bak ve hâline ağla. Bazı sâlih kimselerden nakil olunduğuna göre; bir sâlih kişi arkadaşını ziyarete gitmiş ve şöyle demiş: "Kardeş, yaklaş da hâlimize ağlayalım. Hak, bizim için neler düşünüyor ve neler biliyoruz?"

Bu, irfan sahibi bir zât tarafından anlatılmıştır.

İrfan sahibi bir zâtın hâlini anlatırken bir arif de şöyle der: Biri vardı. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in şu hadîs-i şerifini okur, ağlardı: "Sizden biriniz cennet ehlinin yaptığı işi yapar. Cennetle arasında yarım kol kalır, şekavet hâli yetişir; onu cehennem ehli eder. Ve sizden biriniz, cehennem ehli işini yapar, saadet hâli yetişir, bulunduğu hâlden onu kurtarır, cennet ehli eyler."

Bazı sâlih kullara şöyle bir soru vaki oldu: "Rabb'ini görebiliyor musun?" Buna karşılık o da şu cevabı verdi:

"Görmesem yerimde duramam." Sonra biri: "Onu nasıl görüyorsun?" diye sordu.

Cevap olarak şunu dedi: "Kul, halkı kalbinden atar, Hakk'ın zâtından gayri şey kalmazsa dilediği gibi O'na yakın olur. Başkaları zahir gözü ile nasıl görüyorsa, o da bâtın gözün ile öylesine görür.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz Mi'rac gecesi onu nasıl gördüyse o da öyle görür. Bir kul uykuda kendini nasıl görüp konuşuyorsa o kul da Yaratan'ını öyle görebilir.

O kulun kalbi ayık olarak. Kelâm sıfatı tecellisine erer ve konuşur. O kul varlık gözünü kapatınca aynen O'nu görür. Bu görüş şüpheden beridir, zahirde nasıl görülürse kalp âlemi ile de aynı görülür"

"Kul O'nu görür" sözüne bir başka mâna da verilebilir. Şöyle ki: "O'nun yakınlığına erer; sıfat tecellisine mazhar olur, kerametini, fazlını, ihsanını, lütfunu görür. O'nun iyiliğini görür." mânaları da verilebilir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)