‘Nasibinde olmayanı vermeye halkın gücü yetmez’

Günahlara belenirsen âfetler gelir, üzerine yıkılır. Tevbe eder, istiğfara devam edersen onlar sana gelmez; etrafına düşer

<‘Nasibinde olmayanı vermeye halkın gücü yetmez’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ

Elbette insana bela gelir. Ondan kurtulan azdır. Sana düşen, Allah'tan sabır dilemektir. Bela ve âfet geldiği zaman, beraberinde sabrın bulunmasını, kabullenip uyabilmeyi de birlikte getirmesini dile.

Ancak Hak'la aranda selâmet böyle olur. Böyle olunca da kalbinde karışıklık olmaz, dış kalıbında olur. İç âleme geçemez, dışta kalır. Zahirdeki fâni mülke zarar olur, dinine bir zarar gelmez. Dolayısıyla gelen tecrübe yollu beliyye, nimet olur, felâket olmaz.

Ey içi bozuk, Allah'a inanman, Peygambere (s.a.v) uyman bir isme dayandı; mana bakımından iflâs ettin. Bu iflâsla yetinmeye kaldın. Bu hâl, içini de dışını da yalanladı. Şüphesiz dünyada zelil yaşadın, âhiret işlerin de dolayısıyla öyle olur.

Âsi adam, nefsini, perişan eder. Âsi adam, kendini rüsva eder.

Ey bilgin, ilmini dünya yapıları ile kirletme. Azizi zelile değişme, ilim azizdir. Zelil, halkın elinde duran dünyalığa denir.

Nasibinde olmayanı, sana vermeye halkın gücü yetmez. Ancak kısmetin onların elinden geçer, gelir.

Sabırlı olur, nasibini beklersen, muhterem olduğun hâlde gelir. Yazık, anlayışın kıt! Rızık alan, hiç kimsenin rızkını vermeye güçlü değildir.

Bir kimse ki, almaya muhtaç, o kimseye zerre veremez. Allah'ın' tâati ile uğraş. O'ndan bir şeyler istemekten utan, yapma. Bir şeye ki ihtiyaç vardır, o sana öğretilir ve anlatılır. Yararına olan şeyler sana gelir.

Hak Teâlâ, bazı kelâmında şöyle buyurur: "O ki, zikrimde olur, benden dilekte bulunamaz. Ona verdiğim dilekte bulunana verdiğimden daha çoktur."

Kalbin karışmadığı dil zikri, fayda getirmez, o zikirde fayda yoktur. Asıl zikir, kalbin zikri, sırrın zikridir; dilin zikri ondan sonra başlar.

Hakkı anmanın hakikî zevkini bulduğun zaman: "Beni zikrediniz, sizi zikredeyim; bana şükrediniz, küfre düşmeyiniz." (Bakara, 2/152) mealine gelen âyet-i kerimenin sırrı zuhur eder.

O'nu an ki, seni ansın... O'nu an ki, hataların, günahın kalmasın... Tâat sahibi olasın, isyanın olmasın... İşte o zaman seni anar.

Sen de halkı bırakır O'nunla olursun. Ve O'nu anmak, seni bir şey istemekten alıkoyar. Bütün maksudun O olur. O zaman cümle arzunu bırakırsın. O, senin bütün arzu merkezini teşkil ederse O'nun ilim hazinelerinin anahtarı eline teslim edilir.

Allah'ı seven kimse, başkasını sevemez. Hak sevdirmez; Zâtından gayri şeylerin sevgilerini kalbinden çıkarır.

Bir kulun kalbinde Hak sevgisi yerleşirse, başka sevgiler kendiliğinden çıkar, gider. Hak Teâlâ sevgisini kulun bütün duygularına içirir. Artık içi ve dışı O'nunla meşgul olur. Hem sureti, hem mânası O'nunla olur.

O, kulunu, kendi Zâtı için hazırlar, âdetlerden çıkarır, ümran şehirlerden dışarı atar. İşte asıl sevgi bundan sonra başlar.

Senin aklın yok mudur ki, O'na konuk olmaya hazır olmadın sen; hiç bunu düşünmedin mi?

Bir gün sıran gelecek. Ölüm meleği gelip hayatını yerinden oynatır. Ehlinden ve sevdiklerinden ayrılırsın. Çalış, ruhun alındığı zaman Allah'a kavuşmayı sevmez olmayasın.

Âhirette sana lâzım olan şeyleri ara. Ölümü bekle. Bunu yapacak olursan, Hak katında dünyada gördüğün şeylerin en iyisini görürsün.

"Rabb'imiz, bize dünyada iyilik ver. Âhirette de iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru." (Bakara, 201) Âmin! (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)