KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN I.....

     Prof.Dr.Haydar Baş hocamızın Veda Hutbesinde İnsan Hakları eserinde “Kulluk gerçeği be insan"hakkında şu bilgilere yer veriyor: "Vedâ Hutbesi'nin girişinde vurgulanan vasıflı insan unsurunun yetişmesinde Tevhid inancının önemi anlaşılmış olmaktadır. Fakat bu imanın tabiî gereği olarak bir diğer önemli gerçek ise ubûdiyettir.

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN I.....
Mimar Gökhan Demir

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN I.....

   Ubûdiyet gerçeği, ulûhiyet gerçeği ile bütünleşince, âleme mesaj verecek kâmil insanın en büyük özelliği ortaya çıkmış olmaktadır.Kulluk (ubûdiyet),yaradılış gayesi doğrultusunda Allah'a bağlılığı ifade eder. Mahlukâtın en anlamlı işi ubûdiyettir. Bu kulluk görevi, insan ve cinler dışındaki mahlûkatta cebrî, insanda ve cinlerde ise ihtiyârîdir.

    Resûlü Ekrem'in (sav),Vedâ Hutbesi'nin girişinde, "Allah'a hamd ü sena ederiz. O'na döneriz" diye başlaması, ubûdiyet gerçeğinin en öz ve en anlamlı tarzda vurgulanışıdır. Zira hamd, kulluğun özünü; Allah'a dönüş ise gayesini ifade etmektedir.

      Kulluğun iki temel esası mevcuttur: Birincisi marifet, yani Allah'ı bilmek; ikincisi de, O'na layık şekilde ibadet etmektir.

   Bu husus da Veda Hutbesinde şu cümle ile vurgulanmıştır: "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkmanızı, O'na itaat etmenizi vasiyet ederim." Allah korkusu takvaya, takva ise ma'rifete (Allah'ı bilmeye) götürür.

     •Kulluk, Allah-ü Teâlâ'ya teslimiyet ve itaat olduğuna göre, mahlûkat; her cinsi, her şekli ve her haliyle kuldur. Mühim olan, insanın bu teslimiyetin şuurunda olarak fâni varlıklara değil, ibadet edilmeye layık olana kul olmasıdır İbadete layık olan şüphesiz ki, Allah'tır. Bu sebeple, bütün peygamberler, Allah'a davet etmiş ve kul olmanın örneğini göstermişlerdir. Dikkat edilirse, "Kelime-i Şehadet"in ikinci rük-nünde Hz. Resûlü Ekrem'in (sav) kul ve resul olduğu ifade edilir. Kulluk öyle bir gerçek ki, peygamberlik sıfatıyla beraber zikrediliyor ve imanın ikinci rüknünde yer alıyor.

    • Kulluk mantığı, Allah'a iman ve hesap verme gerçeği üzerine oturtulmuştur. Kulluk, Allah'a yönelmenin, itaat edip teslimiyet göstermenin ve bu hususta bütün görevleri yerine getirmenin genel adıdır.• Kelime olarak `kulluk', esir olmak demektir. İnsan her halü-kârda mutlaka esirdir. İnsan zayıf ve acizdir. Mutlaka bir şeye yönelecek ve bel bağlayacaktır. Neticede insan,duygularının esiridir; ya iyi duygularının, ya da kötü duygularının esiridir. İnsanın duyguları, yaratılış gayesine mutabık olarak Allah'ın istediği istikamette olmalıdır. Allah'a yönelen insan O'nun iradesinde fânî ve O'nun tecellisinde yok olur. Cenab-ı Hakk'ın tecellisine ermek, asıl hürriyettir. Cenab-ı Hakk'ın tecellisinde asıl zevk ve hürriyetin nasıl tadıldığına dair bir haber rivayet ediliryor: "Resulullah (sav) bir akşam ibadete dalıp, huzur-u ilâhîde zevke, muhabbete gark olmuştu. O zevk-i mânevî içerisinde iken yanına yaklaştım; benden haberi yoktu. Kendimi tanıttım, `Sen kimsin?' diye sordu. `Aişe'yim' dedim. `Aişe kimdir?' diye sordu. "Hanımın Aişe" diye cevap verdiğimde kendine gelmişti. "Resûlü Ekrem öyle bir tecelli ve aşka dalmıştı ki, en yakım olan hanımım bile tanıyamaz hale gelmişti. İşte kulluk, bu zevki, bu muhabbeti yaşamaktır. İnsanın kendine ve etrafına faydalı olabilmesi, bu yüce hali, kulluk zevkini yaşamasına bağlıdır. Bu bir sevgi hazinesidir. Bu sevgi hazinesine kavuşmak, onu etrafa verebilmenin şartıdır. Sahabe, bu yüce hale erdikleri için cihad zamanı şehadet mertebesi için sıraya giriyorlar, "Ya Resulellah! Dua et de, önce biz şehid olalım" diyorlardı. İşte bunlar, kulluk şuuruna ermiş ve ölümü yenmiş insanlardı.

   • Bu mantığı hak ve hürriyetlerin verilmesi ve teminat altına alınması açısından ele alırsak hemen şunu ifade edelim ki; hak ve hürriyetleri kendi nefsinde yaşamayan insan, onları başkalarına vaad edemez. İstese de veremez. Ancak kulluk yoluyla hürriyete kavuşan insan, hak ve hürriyetleri verme ve bunların emniyetini sağlama hususunda başarılı olabilir. Nefsine mağlup olmak suretiyle en büyük esaret içinde bulunan insan ne hak verebilir, ne de hürriyeti koruyabilir. Böylelerinin âdil davranması zaten mümkün olamaz. Zira, adâleti tesis edecek kişinin önce adâleti kendi nefis dünyasında hakim kılması gerekmektedir. Aksi halde başkalarına da veremez. Kulluktan uzak olup ahlâk-ı zemimede kalanlar, hasetçiler de merhametli ve âdil olamazlar. Kibir, gurur sahipleri de âdil olamazlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki, gerçekte âdil olanlar, ubûdiyet şuuruna ermiş gerçek Müslümanlardır. Başta adâlet olmak üzere bütün mükemmel vasıfların sosyal bünyede de huzur ve sükun getirmesi, hep kâmil imanın ve bu imandan kaynaklanan kulluğun meyvesidir. Kâmil iman ve gerçek anlamda kulluk, kâmil insanın en önemli ve belirgin vasfıdır.

 

Devam edecek