Arif olmak abid olmaktan geçer.....

Kulluk deyince, iki kavram üzerinde duyuyoruz. Birincisi ubudiyyet, diğeri marifet... Allah'ı bilmek, kulluk etmek...

<Arif olmak abid olmaktan geçer.....

TÜRK-AZ HABER / MİSAFİR KALEM

Kul, ibadetlerini yaptıkça Allah'a yaklaşıyor. "Bana yürüyerek gelene koşarak giderim" diyor Allah. Yani kul, Allah'a ibadetle yürüyor. Cenab-ı Hak da buna karşılık kuluna koşuyor. Allah'ın, kuluna koşması demek; kuluna, Kendini tanıtmasıdır, tecelli etmesidir.

 

Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz her gün 70 bin hicab geçiyor, seyrediyordu. Yani 70 bin ayrı görüntü ile Allah'ı seyrediyordu. 

 

Bu nedir? Allah'ın 70 bin tecellisinin Resûlullah'ın kalbine inmesidir. Kalbine Allah'ın 70 bin ayrı nazar ile bakması, Allah'ı ayrı ayrı seyretmesi demektir.

 

İşte ümmet olarak bize düşen vazife bu kulluk şuurudur. Bu kullukta ihlas ve samimiyet ile yolumuza devam edersek Allah, bizim kalbimize nazar eder. 

 

Böylece Allah'ı, bize nazar ettiği ölçüde tanımış olacağız. Ne nispette nazar ederse... Ef'ali ile nazar ederse, fiillerini tanırız. Fiillerine arif oluruz. 

 

Esması ile tecelli eder, nazar ederse, isimlerini tanırız. Sıfatı ile tecelli eder, nazar ederse, sıfatlarını tanırız. Zatı ile tecelli eder, nazar ederse, Zatını tanırız.

 

Tanımak, arif olmak demektir. Peki, bu ne ile oluyor? İbadetle... Bu nedenle, arif olmak için âbid olmak lazım. Müstesna bazı insanlar vardır, piyangodan çıkar gibi; Allah, nazar eder bir kulu vasıtası ile bir de baktın ki nazara muhatap olan arif olmuş. 

 

Bunlar çok nadirdir. Bir "matlub" vardır, bir "talip" vardır. Biz talibiz, matlub değiliz. Onun için bize düşen vazife kulluktur, kulluktur, kullukta ısrar etmektir. Kullukta ısrar ettiği müddetçe bir kulun kalbi keşfe geçer, o Zât-ı Bari-i ezeliyi tanır. Allah cümlemize tanımayı nasip eylesin!

 

Mevzu buraya gelmişken, "Allah'ı bilmekten maksat nedir?" diye bir soru akla gelebilir. Bu tip sorular bazıları tarafından çok basit gibi görülüyor. 

 

Ama bunlar üzerinde çok ciddi durulması lazım gelen sorulardır. Bu mevzuda kısaca deriz ki; Cenab-ı Hakk'ı bilmek, Allah'ı tanımak, manevi bir zevkle olur. Buna "feyz" denir. 

 

Muhabbet o kulu doldurur, kuşatır. O muhabbette kul Allah'ını tanır. Yunus'umuz bunu çok tatlı anlatıyor: "Ballar balını buldum/Kovanım yağma olsun."

 

Burada önemli bir hatırlatma daha yapalım; Cenab-ı Hakk'ı bilmek, bazıları tarafından bir idrak meselesi, bir akıl meselesi zannediliyor. 

 

Hâlbuki ibadet, Allah u Teâlâ'yı bildiren en kestirme ilim yoludur. Çünkü "Beni zikret, Ben de seni zikredeyim" buyuruyor Allah. 

 

Allah'ın, kulunu zikretmesi, anması, kulunun kalbine tecelli etmesi, nazar etmesi ile mümkündür. 

 

Kul, Allah'ı, "Allah" diyerek anıyor, zikrediyor, yani kulluk yapıyor, kulluğunda ısrar ediyor, Allah da kuluna tecelli edip, nazar edip Zatını tanıtıyor, ef'alini tanıtıyor. 

 

Böylece kulun Allah'ı tanıması bir ilim oluyor. Asıl ilim de insanın Allah'ı tanımasıdır, bilmesidir zaten. 

 

Arif-i billah dediğimiz zaman Allah'ı bilen insan, âlim akla gelir. Bir şeyi yazarak-okuyarak öğrenip-anlamak var, bir de Allah'ın tecelli etmesi, nazar etmesiyle tanımak, bilmek var.

 

İşte arif-i billah olmak budur. Allah'ı bilme ilmi budur. Onun için ibadetsiz Allah bilinmez. Allah'ı tanımak istiyorsan, o zevk-i manevi içerisinde, okyanus içerisinde, derya-i ehadiyyet içerisinde yüzmek istiyorsan ibadet kulvarı ile O'nun denizine gireceksin. Orada O'nu tanıyacaksın. Bunun dışında O'nu tanımak mümkün değil.

 

Bir gün arif-i billah bir zat ile sohbet ederken yanımıza birisi gelmişti. Öyle acayip konuşuyordu ki, dışarıdan bakıldığında 'vay be' dedirtecek cinsten. Fakat ârif-i billah zât, "Evlat, bu adam işin avukatıdır sadece." 

 

Yani işin hakikatinden uzak sadece lafını yapıyor; söz var, hâl yok. Kitap okuyarak, naklederek, konuşarak bu hâl edinilmez. 

 

"Bir tecelli olsa kalbe ihtiyar elden gider/Sayha vurur âşıkların dil hanesi namusu ar elden gider" diyor arif. 

 

Yani Allah kuluna tecelli etti mi insan sayha vurur, diyor; burada mı, sokakta mıdır haberi olmaz. "Allah" der, gerisi umurunda olmaz; her şey gider ama Allah kalır. Sadece Allah ile beraber olur.

 

İşin özü Ehl-i Beyt'tedir

 

İşte Türk milleti olarak biz böyle bir İslam anlayışından geliyoruz. Meşreb-i Sufiyye dediğimiz kulvardan yürüyerek İslam'ı yaşıyoruz. 

 

Ehl-i Beyt dediğimiz, Sevgili Peygamberimizin aile efradı ve O'nun yolundan gelenler bu anlayışın özüdür ve de aslıdır. Ehl-i Beyt demek Peygamberin yaşadığı gibi aile efradı ile İslam'ı yaşamak demektir. 

 

Onun için bizim İslam'ı yaşama tarzımız Peygamberani bir hayatı hayata geçirmemizdir. Bu, bizim hayatımızın, dinimizin temel direğidir. 

 

Allah bizi bu özden ayırmasın. (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Eylül 2015)