Nasıl bir gençlik?

Bugün toplumumuza baktığımızda ciddi sosyal problemlerle karşı karşıya olduğumuz görülür. Özellikle gençliğimiz maalesef manevi tatminsizlik ve bunalımın pençesinde... 

<Nasıl bir gençlik?

TÜRK-AZ HABER / MİSAFİR KALEM

Manevi tatminsizliğin neticesi olarak gençliğimiz, uyuşturucu ve alkol gibi bağımlılıkların pençesinde kıvranıyor.

 

Peki, neden böyle?

 

Unutmayalım ki genç insan, arayış içinde olan insandır. Bir sahada değil, bütün sahalarda böyledir. Şurası muhakkak ki; neyi arayıp bulması gerektiğini sorumluluk sahipleri bu gençlerimize göstermiyor. Bu vazifeyi basın yapacak, Milli Eğitim yapacak, aile yapacak... Dikkat edilirse, bu arayışın cevabı hiçbir tarafta yok.

 

Aranan, Allah olmasına rağmen, kimse kalkıp da, "Gelin ey kardeşler! Bizim aradığımız Yüce Rabb'ımızdır. O'na böyle gidilir" demiyor. Bir cadde gösteren, bir yol gösteren maalesef yok. Var ama bunlar da azdan az.

 

Şimdi bu badireler içerisinde çok ciddi bunalım dönemi yaşayan gençliğin Allah'a nasıl gideceğini, yolda ne yapacağını bilmiyor olması, elbette onu birtakım yanlışlara sevk edecektir. İçindeki bu boşluğu tatmine çalışacaktır. Burada onu doğru yoldan uzaklaştıracak propagandalara maalesef alet olacaktır. Oluyor da...

 

Güçlü şekilde organize olan, ciddi finans kaynakları olan birtakım kirli mahfiller istediği insana el atabiliyorlar. Tertemiz evlatlarımızı yanlış yollara çekiyorlar. Bu ağır neticeden hepimiz sorumluyuz. Sorumluluğumuzu yerine getirmek için bütün imkânlarımızı seferber etmeliyiz. "Düşmeseymiş efendim. Niye düşmüş ki?!" deyip bu sorumluluğu üzerimizden atamayız.

 

Gençlerimizin önce kalbi doymalı. Onun yolu bellidir; taattir, ibadettir, aşkullahtır, feyzullahtır, muhabbetullahtır, havfullahtır. Bu, bir kanun-i ilahidir. Bu ulvi duygular gençlerimize kazandırılmazsa, felaketin önüne geçilemez.

 

Gencimize örnek alacağı model lazım

 

Mevzunun geldiği noktada akıllara şu soru geliyor: Gençliğin örnek alacağı model nasıl olmalı?

 

Türkiye'de eksik olan şeylerimizden bir tanesi de bu. Gencimizin önüne koyacağımız modelimiz yok. Model olmayınca onu kendi aklının seçimlerine terk ediyoruz. 

 

Akıl sahibi insanların hükümleri yetişme tarzlarına, eğitim tarzlarına göredir. Akıl, mikyaslarla hükmünü verir. Sen, akla ne kazandırdın ki, ona, 'Aklına danış' diyorsun. Akla verirsin metreyi, metre ile ölçer. Kilogramı verirsin, kilogramla ölçer.

 

İnsanların ölçüsüz muvaffak olmaları mümkün değildir. Ölçü çok mühimdir. Ölçüsü olmayan insanı, "Aklın ne kesiyorsa onu kabul et" şeklinde seçimlere zorlarsan hayırlı bir netice alamazsın.

 

İnsanın ahlak-ı hamideye sahip olması ancak terbiye ile mümkündür. Terbiyeli insanın aklını kullanmadaki ölçüsü farklıdır. Onun zıddı kâmili olan insanın ölçüsü çok daha farklıdır. 

 

Aynı aklı ikisi de kullanır. Ama biri Şark'a gider, birisi Garp'a gider. Birisi Kuzey'e gider, birisi Güney'e gider. 

 

Oraya niye gitmiştir? Ahlakı farklı olduğu için. Bir defa aklı yönlendiren ahlaktır. Değer hükümlerini ona gösteren ahlaktır. Daha doğrusu ahlak aklın şoförüdür. Dolayısıyla titiz bir terbiye ile mürebbilerimizin gençliğimizi ele alıp, ahlaklı, milli ve manevi değerlerine sahip olarak onları yetiştirmesi lazım; vatan, millet, devlet kavramlarını onlara kazandırmaları lazım.

 

Bunu aile verecek, çevre verecek, cemiyet verecek, millet verecek, okul verecek. Maalesef bunlar, yeteri kadar yok. Şu andaki aksaklıkların temelinde bu ölçü noksanlığı yatıyor.

 

Bütün kurumlara vazifeler düşüyor

 

Burada bütün kurumlara vazife düşüyor. Fert olarak bize vazife düşüyor. İki, aileye vazife düşüyor. Üç, medya kurum ve kuruluşlarına vazife düşüyor. Dört, devlete vazife düşüyor. Çevreye vazife düşüyor. Cemiyete vazife düşüyor.

 

Peki, nedir bu vazife?

 

Evvelen nefsimize karşı vazifelerimizdir. Bu, kulluğumuzla ilgilidir. Nasıl iyi bir kul olabiliriz, mükemmel bir insan olabiliriz, bir vatandaş olabiliriz? 

 

Bu soruların cevabı Allah'ın rızasını kazanmaya bağlıdır. Formül budur. Yeme-içmekten temizliğe, okumaktan düşünmeye kadar her şeyimizi O'nun rızasını gözeterek yapmalıyız. 

 

Zaten nefsimize karşı olan vazifelerimiz bir manada Allah'a karşı olan vazifelerimizle at başı yürümesi gerekir.

 

Sonra ailemiz devreye giriyor. Ailemize karşı olan vazifelerimiz nelerdir? Öyle ya anamız var, babamız var, eşimiz var, çocuklarımız var. Bu bireylerin birbirlerine karşı vazifeleri var. 

 

Neticede bir insanız, sosyal bir varlığız. Herkesi birbirine bağlayan birtakım unsurlar var. Bunları yerine getireceğiz. Bu da yetmiyor. Çevremize karşı vazifelerimiz var. Cemiyete karşı, milletimize karşı vazifelerimiz var. Biz bu milletin bir parçasıyız. Ona ait değerleri taşıyoruz. O değerleri bozmamak, onları korumak lazım.

 

İşte bütün bunların bir proje olarak insanımızın önüne koyması lazım. Ona göre de hayatını yönlendirmesi lazım. Böyle olursa, hem ferdi hayatımız, hem de cemiyet hayatımız olması gereken yere gelecektir.

Cenab-ı Hakk hepimize bu konuda muvaffakiyetler nasip etsin." (Prof. Dr. Haydar Baş,  İcmal Dergisi Şubat 2015 tarihli yazısıdır)