VESİLE VE ŞEFAAT II......

       Bu âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, şefaatin hak olduğu ve mutlaka gerçekleşeceği çok açık bir şekilde görülmektedir. Şefaat beş kısımdır: Birincisi: Peygamber Efendimize (s.a.a.) mahsustur ki, Kıyâmet Gününde durak yerindeki dehşet ve şiddetten rahata kavuşmak ve hesabın çabuk görülmesi hususundadır. İkincisi: Birtakım bahtiyarların sualsiz hesapsız Cennet’e girmeleri hususundadır. Bunun dahi Peygamber Efendimize (s.a.a.) mahsus olduğuna dair hadis vardır. Üçüncüsü: Cehennemi haketmiş bazı mü’minler hakkındadır. Bunlara da Resûlullah (s.a.a.) ile, Allah’ın dilediği bazı zevât şefaat edeceklerdir. Dördüncüsü: Fiilen Cehenneme girmiş günahkârlar hakkındadır. Bunlara Peygamber Efendimiz (s.a.a.), melekler ve bazı mü’minler şefaat edecekler ve Allah-u Teâlâ Hazretleri için “Lâ ilâhe illallah” diyen mü’minler Cehennemden kurtulacaklardır. Beşincisi: Cennetliklerin derecesini ziyâdeleştirmek hususundaki şefaattir. Cenâb-ı Hakk kimlerin şefaat etmesine izin vermiştir? Kıyâmet Gününde üç grup insan şefaat edecektir.

<VESİLE VE ŞEFAAT II......

  Bunlar; peygamberler, sonra âlimler, sonrada şehitlerdir. Burada âlimlerden maksat, ilmiyle âmil olan âlimler ve evliyâ-i kiram olsa gerektir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Allah’ın Resûlü ile birlikte bir davette idik. Yemeğe getirilen etin kol tarafından bir parça Peygamberimizin önüne konuldu. Resûl-i Ekrem etin bu kısmını severdi. Ondan dişleriyle bir parça et kopardı ve, ‘Ben, Kıyâmet Günü’nde insanların efendisi olacağım’ buyurdu. ‘Bunun sebebini biliyor musunuz?’ diye sorarak söyle açıkladı: ‘Gelmiş geçmiş ne kadar insan varsa onların hepsi Kıyâmet Günü’nde geniş bir alan üzerinde toplanacaktır. Bakan onların seslerini duyar. Güneş de onlara o kadar yaklaşacak ki, çektikleri acı dayanılamayacak bir noktaya gelecek. O zaman birbirlerine,‘Başınıza gelen bu belâyı görmüyor musunuz? Kurtulmanız için Allah’a bir şefaatçi bulmak çaresini düşünmüyor musunuz?’ diyecekler. Bâzıları, ‘Babanız Âdem Peygamber’e başvurun’ derler. Bunun üzerine mahşer halkı Âdem Peygamber’e giderek, ‘Ey Âdem! Sen bütün insanların babasısın. Allah seni kudretiyle yarattı, sana kendi rûhundan üfledi, seni ta’zim için meleklere emir verdi, seni Cennet’e koydu. Rabb’ine bizim için şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz acıklı hâli, karşılaştığımız belâyı görmüyor musun?’ derler. Âdem Peygamber, ‘Rabb’im bugün çok celâllidir. Bugüne kadar böyle gazap etmediği gibi bundan sonra da etmeyecektir. O bana Cennet meyvelerinin birinden yemeyi yasaklamıştı. Ben o memnû meyveden yiyerek Allah’a âsi olmuştum. Bu yüzden kendimin nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Siz başka bir şefaatçi bulunuz. Nûh Peygamber’e gidiniz’ der. Mahşer halkı da Nûh’a(aleyhisselâm) gider, ‘Ey Nûh! Sen, insanlara gönderilmiş peygamberlerin ilkisin. Allah sana, çok şükreden kul adını vermiştir. Bizim hâlimizi, karşılaştığımız belâyı görmüyor musun? Bizim için Rabb’ine şefaat etmez misin?’ derler. Nûh Peygamber, ‘Rabbim bugün çok celâllidir. Bugüne kadar böyle gazap etmediği gibi bundan sonra da etmeyecektir. Ben, bir zamanlar kavmimin helâkı için dua etmiştim. Şimdi kendi nefsimi düşünüyorum, kendi nefsimi kurtarsam yeter’ diyecek ve onları İbrahim Peygamber’e gönderecek. Mahşer halkı da İbrahim Peygamber’e gelip, ‘Ey İbrahim sen, Allah’ın peygamberi ve dostusun. Karşılaştığımız belâyı görmüyor musun? Bizim için Allah’a şefaat et’ derler. İbrahim Peygamber, ‘Rabb’im bugün çok celâllidir. Bugüne kadar böyle gazap etmediği gibi bundan sonra da etmeyecektir. Vaktiyle ben, görünüşte üç yalan söylemiştim. Şimdi nefsimi düşünüyorum. Bugün kendimi kurtarabilirsem yeter. Siz başkasına, Mûsâ’ya gidiniz’ der. Mahşer halkı da Hz. Mûsâ’ya gelerek,‘Ey Mûsâ! Sen Allah’ın peygamberisin. Allah seninle konuşmak sûretiyle başkalarından üstün kıldı. Bizim hâlimizi görmüyor musun? Allah’a bizim için şefaat et’ derler. Mûsâ (aleyhisselâm), ‘Rabbim bugün çok celâllidir. Bugüne kadar böyle gazap etmediği gibi bundan sonra da etmeyecektir. Ben öldürmekle emrolunmadığım bir kimseyi öldürdüm. Bu yüzden şimdi kendimi düşünüyorum. Siz başka şefaatçi bulunuz’ diyerek onları İsâ Peygamber’e gönderir. Mahşer halkı İsâ Peygamber’e gidip, ‘Ey İsâ! Sen Allah’ın peygamberi ve Allah’ın Meryem’e ilka ettiği kelimesisin. Daha beşikte iken insanlarla konuştun. İçinde bulunduğumuz şu acıklı hâli görmüyor musun? Allah’a bizim için şefaat et’ derler. İsa Peygamber, ‘Rabb’im bugün çok celallidir. Bugüne kadar böyle gazap etmediği gibi bundan sonra da etmeyecektir’ der. Kendisinin işlediği bir günah söylemez. Ancak o da, ‘Kendi nefsimi kurtarabilirsem bana yeter, siz başka bir şefaatçi bulun’ der ve onları Bana gönderir. Mahşer halkı da bana gelir, ‘Ey Muhammed! Sen Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncususun. Allah Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. İçinde bulunduğumuz şu acıklı hâlimizi görüyorsun. Bizim için Allah’a şefaat et’ derIer. O zaman Ben de hemen Arş’ın altına gideceğim ve Rabb’im için secdeye kapanacağım. Sonra Allah daha önce hiçbir peygambere ilham etmediği hamdı Bana ilham edecek ve Ben de öylece Allah’a hamd ü senâ edeceğim. Ben secdede iken Cenâb-ı Hak, ‘Ey Muhammed! Başını secdeden kaldır. Dileğin ne ise edilecek, şefaatin kabul edilecektir’ buyurur. Ben de başımı kaldırarak, ‘Ey Rabbim! Ümmetimi (bağışlamanı) isterim, ümmetimi (bağışlamanı) isterim, ümmetimi (bağışlamanı) isterim’ diye şefaat edeceğim. Allah, ‘Ey Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları Cennet’in Eymen kapısından Cennet’e koy. Onlar başka kapılarda da diğerleriyle müşterektirler’ buyurur.” Hadisin sonunda Peygamberimiz şöyle buyurur: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Cennet’in kapı kanatlarından ikisinin arası Mekke ile Hecer veya Mekke ile Basra arası kadar geniştir.” (Buhârî, Tefsîr, İsrâ, V, 227; Enbiyâ 9/1, IV, 113; Müslim, İman 327, s. 184-6 ve Tirmizî, 2434;)

 

   Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 675 /688

   Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir