“O’NUN KATINDA HER ŞEY BİR ÖLÇÜ İLEDİR” II.....

                “Devenin nasıl yaratıldığına… bir bakmazlar mı?” buyuruyor Yüce Allah... Ne var bu devede ki? Çok enteresandır. Devenin ayaklarına bakın. Bir ineği o çöl şartlarında yürütemezsiniz. Devenin ayakları  öyle enteresan bir tarzda yaratılmış ki, kuma bastığı zaman batmaz. Koskocaman bir hayvan. Allah onun ayaklarını şamar gibi yapmış. İneğin ayakları aynı tarzda olsaydı, ayakları kan-revan içerisinde kalırdı. O şartlarda, o hayvana nasıl bir ayak lazımsa, Allah onu ona verdi. Sırtındaki nedir devenin? Hörgüç…Yüce Allah, ona öyle bir ferâset ikram etti ki, bir hafta yol yüreyecek ve o yolda su yoktur. Gıdasını ve suyunu o hörgüçe stok eder. Bir hafta boyunca yolda onu kullanır. Deveden hareketle konuşuyoruz; bütün bunlar bir tesadüf olabilir mi? Bunları yaratan İlâhî İrade’nin elbette bir hesabı vardır.   Yine bir başka âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır” (Âl-i İmran: 3/190) buyurdu.

< “O’NUN KATINDA HER ŞEY BİR ÖLÇÜ İLEDİR” II.....

  Bu âyetin tefsirinde Ömer Nasuhi Bilmen, “Tefsir-i Bilmen” adlı eserinde der ki: “(Şüphe yok ki) aklı başında olan uyanık bir kimse bu kâinatı güzelce düşününce Cenâb-ı Hakk’ın kudretini, yaratıcılığını ve ihtiyaçlardan uzak olduğunu hemen tasdik eder. Çünkü (göklerin ve yerin yaradılışında) bunlardaki acaibliklerde, harikalarda, (ve gece ile gündüzün ihtilâfında) bunların gidip gelmelerinde, artıp eksilmelerinde (elbette tam akıl sahipleri için) selim akla, doğru anlayışa sahip zâtlar için Hak Teâlâ’nın varlığına, kudretinin üstünlüğüne, hâkimiyetinin yüceliğine dâir (açıkça deliller vardır). Evet...

   Bu kâinata ibret nazarıyla bakan her akl-ı selim sâhibi, kâinatın yaratıcısının varlığını, büyüklüğünü ve kudretini tasdik etmeye mecbur olur. Hiçbir insana yakışır mı ki, bu kadar harikalar gözlerine çarpıp dururken, bunları hayvan gibi birer gaflet bakışıyla görüp duruversin? Her sabah doğan o muhteşem güneşi, her gece semalarda parıldayıp duran milyonlarca ışık saçan yıldızları birer ibret gözü ile seyretmek lâzım değil midir? Nedir o ihtişam!. Nedir o harika kudret!. Her biri bir âlem, her biri yaratılış kanununa tâbi, ne muntazam bir harekete sahip! Bunların her biri gözleri aydınlatyıor, kalpleri sevinçlere boğacak bir güzelliğe, bir parlaklığa sahip bulunuyor.” Abdulkadir Geylani hazretleri ise Geylani Tefsiri adlı eserinde, Al-iİmran suresinde geçen bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Yani ruhlar âleminde feyiz sahibi isimlerin ve sıfatların yaratılmasında ve feyizleri kabul etmeye uygun tabiatın, yani yerin yaratılmasında, can alma ve gazap belirtilerinin, yayılma ve aydınlanma yani güzellik belirtilerinin yaratılmasında deliller ve alâmetler vardır. Bu alâmetlerin hepsi de Allah’ın isim ve sıfatları arasında var olan hassas münasebete, ince bağlantılara işaret etmektedir. Hepsi de ufuklarda tecelli edecekleri şeyleri anlayacak olan akıl sahiplerinin kabiliyetlerine uygundur. O akıl sahipleri tevhidin özüne vâsıl olabilenlerdir. Dış görünüşten kesinlikle soyutlanmışlardır.” (Kutb-i Rabbânî Seyyid Şerif Şeyh Abdülkâdir Geylani, Geylani Tefsiri, c. 1, s. 384)

  Bu âyetten sonraki âyette Cenâb-ı Hakk, zikrullaha işaretle; “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru!” (Kutb-i Rabbânî Seyyid Şerif Şeyh Abdülkâdir Geylani, Geylani Tefsiri, c. 1, s. 384) buyuruyor.

   Yine, Abdulkadir Geylani Hazretleri, “Geylani Tefsiri” adlı eserinde, Âl-i İmran Sûresi’nde geçen bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Onlar her hâllerinde zâtında tek olan Allah’ı zikredenlerdir. Ayakta iken, oturmakta iken ve yatmakta iken Allah’ı zikrederler. Onlar ne yaptıklarını bilmez oluncaya kadar, şaşırıncaya kadar göklerin ve yerin nasıl yaratılmış olduğunu düşünürler. Önce şaşırırlar, sonra istiğrak hâline geçerler, daha sonra kaybolurlar ve ondan sonra da fânileşirler. O zaman onların hareketi kesilir. Bazıları o mertebeye oturur ve devamlı o hâlde kalır, bazıları ise sarhoşluğundan uyanır ve bedenine geri döner ve şöyle der: Ey Rabb’imiz Sen bunu boşu boşuna yaratmadın. Sebepsiz yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Allah’ım Sen bizim akıllarımızın idrak edebileceği, hislerimizin anlayabileceği biri değilsin. Bizi Cehennem azabından koru. Bizi lutuf ve kereminle ateş azabından, Cehennem’de yanmaktan ve Senin vech-i keremini mütâlaa etmekten uzak kalmaktan koru.” (Kutb-i Rabbânî Seyyid Şerif Şeyh Abdülkâdir Geylani, Geylani Tefsiri, c. 1, s. 384)

  

 Prof.Dr. Haydar BAŞ   Dua ve Zikir Kitabı sayfa : 487 /493

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir