O’na ‘Mustafa’m’ diye hitap ederdi. (Prof. Dr. Haydar Baş’ın Kalemin’den).....

Mustafa Kemal’in küçük yaşta kaybettiği babası hakkında pek anısı yoktur. Aşağıda hangi okula gideceği hakkında anne ve babası arasında geçenleri aktardığı bu anı nadir aile anılarından biridir.

<O’na ‘Mustafa’m’ diye hitap ederdi. (Prof. Dr. Haydar Baş’ın Kalemin’den).....

Mustafa Kemal'in küçük yaşta kaybettiği babası hakkında pek anısı yoktur. Aşağıda hangi okula gideceği hakkında anne ve babası arasında geçenleri aktardığı bu anı nadir aile anılarından biridir.
 
Mustafa Kemal, yıllar sonra mektebe başlarken anne ve babası arasındaki münakaşaları şöyle anlatacaktır:
 
"Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitme meselesine dairdir. Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu.
 
Babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi mektebine devam etmem ve yeni usul üzerine okumama taraftardı. Nihayet babam işi mahirane bir suretle halletti. Evvela mutat merasimle mahalle mektebine başladım.
 
Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi mektebine kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti." 
 
Şevket Süreyya 'Tek Adam'da Zübeyde Hanım'ın evlatlarıyla beraber zor günlerini Zübeyde Hanım'ın ağzından şöyle verir:
 
"Ali Rıza Efendi üç sene süren mihnetli fakat verimsiz bir ölüm kalım bocalamasından sonra, galiba 47 yaşında öldü.
 
Zübeyde, kocasının son günlerinden bahsederken şöyle konuşmuştur:
 
'Merhum son günlerde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendisini salıverdi. Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi, gitti. Kocaman hastalığı büyüdü. Artık yaşayamazdı. Ben dul kaldığım zaman yirmi yedi yaşında bir tazeydim. Bana iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağladılar.'
 
Şapolyo'nun doğrudan doğruya Zübeyde'den naklettiği bu beyanlara göre, Ahmet Subaşı Mahallesi'nde boş bir evde iki mecidiye aylık ve üç çocukla kalan Zübeyde'nin, kocası öldüğü zaman hali buydu. O zaman Mustafa 7 yaşındaydı ve evin tek erkeğiydi." 
 
Ehl-i Beyt soyundan gelen ve dindar bir asker olan Atatürk nasıl bir annenin elinde ilk terbiyesini almıştır?
 
Atatürk hem anne hem de baba tarafından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soyundan gelmektedir.
 
Peki, Mevlana'nın hocası Şems-i Tebrizî'nin neslinden Zübeyde Hanım Mustafa'sına nasıl annelik yapmıştır?
 
Zübeyde Hanım tek erkek evladının üzerine titremiş, hatta askerliğe adım atmasından korkmuştur. Askerliğe geçişinde yaşananları Mustafa Kemal şöyle anlatır:


 
"Komşumuz Binbaşı Kadri Bey'di. Onun oğlu Ahmet askerî okula gidiyordu. Askerî mektep elbiseleri giyiyordu. Onu görünce ben de böyle elbiseler giymeye hevesleniyordum.
 
Sokaklarda zabitler görüyordum. Onların derecesine varmak için takip edilmesi lazım gelen yolun Askerî Rüştiye'ye girmek olduğunu anlıyordum.
 
O sırada annem Selanik'e gelmişti. Askerî Rüştiye'ye girmek istediğimi söyledim. Annem askerlikten pek korkuyordu. Asker olmama şiddetle engel oluyordu. Kabul imtihanı zamanı gelince ona sezdirmeden kendi kendime Askerî Rüştiye'ye imtihan verdim. Böylece anneme karşı bir emrivaki (olupbitti) yaptım." 
 
Atatürk'ün yanında 24 yılını geçiren Cevat Abbas Gürer, anne Zübeyde ile oğul Mustafa arasındaki ilişkiyi şöyle misallendirir:
 
"...Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin İtalya'da, Almanya'da, Bulgaristan'da mümessilleri henüz mezkûr devletlerce resmen kabul olunmamıştılar. Yalnız Sovyet Rusya, İran ve Afganistan'da sefirlerimiz mevcuttu.
 
İşte harici vaziyetimizin böyle olduğu bir sırada Fransız edibi Mösyö Claude Farrere (Klot Farer) İstanbul'a gelmiş ve Atatürk'le mülakat talebinde bulunmuştu.
 
(.) Bilhassa Erzurum Kongresi'nin akdinden sonra ihanet timsali Vahdettin tarafından idama mahkum edilen Mustafa Kemal'in akıbetini düşünmekten hastalanan büyük Türk kadını, evladını mutlaka görmek arzusunu yerine getirmiş ve Adapazarı'na gelmişlerdi.
 
Atatürk üç büyük mülakatı yapmış ve İzmit nutkunu vermişti. Muhterem validelerini beraberlerine alarak Ankara'ya dönmüşlerdi.
 
Bayan Zübeyde daha küçük yaşta öksüz kalan oğlunun her haliyle yakından alakadardı. Çünkü O'nun yetişmesinde ve yetiştikten sonra memlekete hadim olmasında büyük bir amil olmuştu. Atatürk'e hem tam manasıyla analık, hem babalık etmişti.
 
Sevgili oğlu Mustafa'sının idamla mahkumiyetini haber aldığı zaman son derece dinç olmasına rağmen teessürden kahırlanan Bayan Zübeyde hastalanmış, yatağa düşmüştü.
 
Uzun bir müddet oğlundan sahih bir malumat alamaması da hastalığının ilerlemesine sebebiyet vermişti.
 
Çankaya artık Bayan Zübeyde'ye çok kıymetli ve sevgili oğlunu bol bol görmek ve O'nu kollamak fırsatı verdiğinden, Bayan Zübeyde pek memnun ve bahtiyar bir ömür sürüyor ise de yine ekseriya vaktini hastalık içinde geçiriyordu.
 
(...) Yalnız ana olmak itibariyle değil fakat bu vakur, ciddi, taşkın, zekası büyük Türk kadınını her gün ziyaret etmek Atatürk için de bir vazife idi.
 
Ziyaretler haberleşmeden yapılmazdı. Çünkü ana ve oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi.
 
(.) Ebedi şef, sabahleyin uyanır uyanmaz eğer o gün annesini görecek ise annesinden birisi vasıtasıyla izin alırdı. Sonra büyük bir merasimde bulunacakmışçasına hazırlanırdı.
 
Bayan Zübeyde de hasta yatağında dahi olsa büyük bir ihtimamla Atatürk'ü kabule hazırlanırdı. Saçlarını taratır, işlemeli başörtüsünü örter, Makedonyalı gelinlik kızın zengin çeyizinden kalmış oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi. Ve İstanbulkâri renkli maşlahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.
 
Bayan Zübeyde Atatürk'e 'Mustafa' diye hitap ederdi.


 
(...) Ekseriya her iki büyüğün görüşmelerinde beraber bulunurdum. Büyük, kıymetli evlat yetiştirmek bahtiyarlığıyla, kıymetli büyük bir anaya sahip olmak gururunu bir arada toplayan gözlerim, evet Türk içtimai bünyesindeki terbiyenin ve o terbiye temellerinin ne kadar derin ve köklü, ne kadar nezih ve ciddi, ne kadar samimi olduğunun canlı timsallerini gördükçe kendimden geçiyordum.
 
Bu ana oğlunu daha beşik çocuğu iken, vatan ve millet sevgisini telkin eden ninnilerle başlamış, onu her çağında aynı akidelerle büyütmüş; köyde, şehirde tahsile sevk etmiş, ilim ve irfan aşılamıştı. Mevkiini bulan halaslar oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı.
 
(...) Atatürk, anasının elini öptü; Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk'ü bağrına basmak istiyordu.
 
O'nu kucakladıktan sonra aziz Türk milletine eşsiz bir halaskâr kahraman veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi.
 
Fakat öyle olmadı. Bahtiyarlığı, gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin eline sarıldı.
 
Atatürk, 'Ne yapıyorsun anne!' dedi. Elini çekmek istedi.
 
Bayan Zübeyde sükûnetle ve kati bir ciddiyetle, 'Ben, senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebaasıyım. Elini öpebilirim' cevabını verdi.
 
Oğlunun elini öpmekten ziyade Bayan Zübeyde, bu hareketiyle oğlunun mevkiinin en büyük ihtirama (saygıya) layık olduğunu etrafındakilere işaret ediyordu." 
 
İşte büyük Müslüman Türk anası...
 
Cevat Abbas'ın bahsettiği ana-oğul bağlılığı konusu savaş meydanlarından arkadaşlarına gönderilen mektuplarda da vardır. Savaş meydanlarından yazdığı mektuplarda annesini mutlaka sorardı." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eserinden) H: Akın Aydın