‘Vah! İlâhî öfkenin pençesine düşenlere’

Ey cemaat! Allah Teâlâ doğruların terbiyesini uhdesine almıştır... İlk devirlerinden son demlerine kadar onları terbiye eder

<‘Vah! İlâhî öfkenin pençesine düşenlere’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ

Ey cemaat! Allah Teâlâ doğruların terbiyesini uhdesine almıştır... İlk devirlerinden son demlerine kadar onları terbiye eder. Her ne zaman onlara bir iyilik etmek dilerse, bir bela ile dener ve yakınlığı zevkini ihsan eyler; sabırlı hâllerine bakınca zâtına daha çok yakın kılar.

Bela onları kahretmez. Ve içinde boğmaz. Bela geçer, onların kalbi ise meleklerin kanadı üstünde uçar. Kalpleri eziyet diye bir şey duymaz.

Vah! Kalbini eziyete düşürenlere... Vah! Allah'ın dargınlığına çarpılanlara... Vah! İlâhî öfkenin pençesine düşenlere...

Ey evlat! Allah yolcularının çocuğu ol. Onların önünde hizmetçi ol. Bu hâle devam edersen efendi olursun.

Bir kimse, Allah ve O'nun iyi kulları için engin gönüllü olursa, Hak Teâlâ onu dünya ve âhirette yükseltir. Bayağı bir topluluğa hizmet eden, günün birinde onlara baş olur. Bu böyle olunca, sâlih kullara hizmet edenin hâli nasıl olur, düşün...
Allah'ım, dilimizden ve elimizden hayırları akıt. Bizleri lütuf ve yardımına erenlerden eyle... Âmin!

O kimse ki, Allah'ın hükmüne rıza duygusuna sahip olmayı diler, ona gerektir ki; ölümü düşünmeye devam ede! Ölümü düşünmek, bela ve musibet acılarını hafifletir.

Nefsine, malına ve yavruna taraf çıkarak Hak Teâlâ'yı itham etme. Sana gereken; "Bu işi Rabb'im daha iyi bilir" demektir.

Sana düşen budur. Buna devam edersen, razı olmanın tadı sana gelir; uyar olmayı sevmeye başlarsın. Âfetlerin parçası da aslı da temelden sökülüp gider. Onların karşılığı, nimet ve güzellik olarak sana gelir.

Her ne zaman ki, uyar oldun ve bela içinde razı olmanın tadını aldın, her yandan ve her yerden nimetler sana doğru akmaya başlar.

Sana yazık oluyor, ey gafil, başkasını aramak suretiyle O'nu bırakma. O'ndan daha ne kadar rızık genişliğini dileneceksin? Olur ki, bu isteğin fitneler çeker.

Hâlbuki sen O'nu anlayamazsın. Biz hayrın hangi yolda olduğunu bilemeyiz. Bu sebeple sus; O'ndan razı olmayı dile. O'nun yaptığı işleri itirazsız kabul etmeyi bil.

Diğer hâllerinde ise şükür yolunu tutmayı arzula. Şükür yolu tutulmadan, bol rızık istemek fitnedir. Sabır olmazsa rızkın darlığı da fitnedir.

Şükür, elindekini artırır, seni Rabb'ine yakın kılar. Sabır ise, kalp bağına ve iman bağına kuvvet verir, manevî yolda yardım eder.

Sabrın sonu çok hayırlı olur. Dünya ve âhiret iyiliği getirir. Hak Teâlâ'ya itirazda bulunmak, kalbi ve yüzü karartır. Hakk'a itiraz haramdır.

Ey cahil, Hakk'a itirazla meşgul olma, nefsini itiraza alıştırma. Hakk'a duacı olmaya bak. Nefsi duâ ile meşgul et ki, bela acıları gide. Afet ateşleri söne. Aksi hâlde sana yazık olur.

Ve ey iddiacı, senin hâline gelince, Hakk'ın iradesi, ilâhî rahmet hazinelerine vâkıftır. İlâhî rahmet ise o iradeye bağlıdır. O iradeyi iste; iddiayı bırak. Eğer yolda yürümek istiyorsan, ona girmeden önce: "Hayrette kalanların delili, bana delil ol!" de.

Tecrübe yollu bir belaya uğrarsan ve sabırdan yana acı içinde olursan şöyle yalvar: "Allah'ım, bana yardım et, sabrımı arttır. Bu sıkıntılı hâli benden al."

Ama vuslata erer ve vuslat hâli kalbinde yerleşirse, Hakk'ın yakınlık duygusunu bulursun; istemek kalmaz, dil yok olur; ama iş oraya varmakta.

Belki de senin için, orada en uygunu sükût olur. Müşahede âlemine geçer, misafir olursun. Misafir herhangi bir iştihaya kapılmaz; iyi edepli olur ve oturur, önüne geleni yer; takdim edileni alır. Ancak "İştahlı ol!" denirse o dem emre uyar; iştah ve arzuya kapılır.

Bu arada kendine has bir arzuya kapılmaz. İnsan, herhangi bir şeyden ayrı olunca ister. Aradığı şeyi bulunca neyi isteyebilir ki? Susar.

Allah yolcuları, Hakk'ın zâtından başkasını bilmezler ve onlar için putlar yakılmıştır. Sebepler, onların kalbinden silinir. Onlar, günlerce, hatta aylarca yemeseler, içmeseler, aldırmazlar ve renkleri değişmez.

Çünkü onların gıdasını Hak manen verir; hangi gıdayı arzu ediyorsa, o sevgili kullara yedirir. Herhangi bir kul, Allah sevgisini iddia etse, sonra da başkasından dilense, sevgisinde yalancı olur.

Herhangi bir kimse, sevilmiş ve ermiş olursa ona, yakınlık derecesi olan bir konuk muamelesi yapılır. Onun varlığı Hak varlığına karışır ve kendisine şöyle denir: "İstek duy; arzu ettiğini söyle. Hürsün, istediğini yaparsın. Seven tutulur. Sevilmiş olan hür olur. Seven için mahrumiyet olabilir, sevilmiş için asla."

Ona verilir. Kul sevgi içinde oldukça, şaşkınlık, dağınıklık, parçalanmak, çalışmak daima karşısında durur. Hele çalışmak... Onun vazifesidir.

Gün gelir, nöbet değişir, sevme hali sevilmiş olursa, hakkında yürütülen hüküm de değişir. Naz devri başlar. Refah gelir. Sükûn hâsıl olur. Rızık genişler, kullar hizmetine koşar. Bunların hepsi, sevgi hâlindeki sebatından ötürü verilir.

Hak Teâlâ'nın kuluna olan sahipliği ve sevgisi, bayağı bir kimsenin diğerine olan sevgisine ve sahip olmasına benzemez. Rabb'imiz Aziz ve Celil'dir. O'na benzeyen yoktur. Gören ve işiten O'dur. O, insanlar anlasın diye birçok misaller getirir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)