‘Tüm bilinmezler Sende belirgindir’

Allah'ım, emrinden dışarı çıkan Senden müstağni olamaz. Tüm sırlar Sende bellidir. Tüm bilinmezler Sende belirgindir. Sen ebedisin, dolayısıyla Senin zaman sınırın olmaz. Sen son noktasın, Senden kaçış yok

<‘Tüm bilinmezler Sende belirgindir’

 

İmam Ali (a.s.) bir hutbesinde buyurdu ki:

"Her şey Allah'a boyun eğmiştir. Her şey O'nun sayesinde ayaktadır; her fakirin zenginliği, her düşkünün izzeti, her zayıfın kuvveti, her zulmedilenin sığınağıdır. O, konuşanı duymakta, her susanın içini bilmektedir. Yaşayanların rızkını karşılamak O'na aittir. Ölenin dönüşü O'nadır.

(Rabbim!) Gözleri seni göremez ki anlatsın. Zira Sen, yarattığın vasfedenlerden önce var idin. Onları yalnızlık vahşetinden ötürü yaratmadın. Bir yarar uğruna kullanmadın. İstediğin kişi Senden öne geçemez, yakaladığın kimse Senden kurtulamaz. Sana karşı gelen hükümranlığını eksiltmez. Sana boyun eğen, Senin mülkünü arttırmaz. Hükmünden memnun kalmayan, Senin kararını geri çeviremez. Emrinden dışarı çıkan Senden müstağni olamaz. Tüm sırlar Sende bellidir. Tüm bilinmezler Sende belirgindir. Sen ebedisin, dolayısıyla senin zaman sınırın olmaz. Sen son noktasın, senden kaçış yok. Vaat edilen yersin. Senden kaçış yine sanadır. Her canlının kaderi Senin elindedir.

Herkesin dönüşü Sanadır.

Ey münezzeh, şanın ne yüce! Ey münezzeh, göre bildiğimiz yaratıkların ne yüce! Her bela Senin kudretinin yanında ne küçük! Görebildiğimiz melekûtun ne kadar muhteşem! Bunlar, gözümüzden kaçan hükümranlığının yanında ne cılız! Dünyadaki nimetlerin ne kadar bol, ahiretteki nimetlerine göre ne kadar da küçük (az.)

Göklerinde yerleştirdiklerin ve yerden yükselttiğin melekler, Seni en iyi bilen yaratıklardır. Senden en çok korkan ve Sana en yakın olanlardır. Sulbe yerleşmemiş, rahme sokulmamışlar, nutfeden yaratılmamışlardır. Zamanın hadiseleri onları dağıtmaz. Onlar Senin katındaki yerlerindedir, yerleri Senin yanındadır. İstekleri Sende toplanır, ibadetlerinin hepsi Sanadır.

Emrinden gafletleri azdır. O halde kendilerine gizli olan hakikatinin künhüne de erseler, amellerini hiçe sayıp kendilerini kınarlar, kendilerinin Sana gereği gibi ibadet ve itaat etmediklerini anlarlar.

Münezzeh yaratıcı ve mabutsun! Yarattıklarını güzel imtihan etmek için bir yurt yarattın. Orada bir sofra hazırladın; içecekler, yiyecekler, eşler, hizmetçiler, saraylar, ırmaklar, tarlalar, meyveler... Sonra şu sofraya davet eden bir davetçi gönderdin. Fakat ne davetçiye icabet eden, ne rağbet ettirdiğine rağbet eden ve ne de teşvik ettiğine müştak olan oldu. Yediklerinde rezil rüsva oldukları murdara yöneldiler ve sevgisinde birleştiler. Sevdikleri şey gözlerini körleştirmiş, kalplerini hasta etmiştir. Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedirler, Hevesleri, akıllarını çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür. O, kendini oraya kaptırmıştır. Artık dünyanın ve ondan bir şeye sahip olanların kölesi olup çıkmıştır. Gittiği yere gitmekte, yanaştığı yere yanaşmaktadır. Allah'tan sakındıran vicdanı ve öğüt alacağı bir vaizi yoktur. Elindekileri yükseliş ve inişi olmadığı şeklinde bir yanılgıyla görür. Bilmedikleri şey (bela), başlarına nasıl da gelmiştir! Emin oldukları dünyadan ayrılmışlar; ahirete, kendilerine vaat edilene gelmişlerdir."

(Nehcü'l-Belağa'dan...)