Tövbe kapısı hep açıktır.....

İslam öğretilerinden biri de tövbe kapısının günahkâr kulların yüzüne açık olmasıdır

<Tövbe kapısı hep açıktır.....

İslam öğretilerinden biri de tövbe kapısının günahkâr kulların yüzüne açık olmasıdır. Günahkâr insan, yapmış olduğu çirkin bir işten gerçekten pişman olduğu zaman, ruhunu Allah'a yöneliş ve O'nun huzurunda tazarru sarar ve samimi bir kalple artık o çirkin amele yaklaşmamaya karar verir.

Allah Teâlâ da, kelam ve tefsir kitaplarında açıklanan şartlarla onun tövbesini kabul eder. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: "Ey mü'minler, topluca Allah'a tevbe edin ki, kurtuluşa eresiniz."

Kur'an-ı Kerim, tövbe hakkında apaçık ve net bir şekilde şöyle buyuruyor:

"Rabbiniz rahmeti kendi üzerine farz kıldı. Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından tövbe eder, uslanırsa; muhakkak ki O, bağışlayan, esirgeyendir." 

Akıl ve rivayetler, kıyamet gününde her insanın yapmış olduğu iyi amellerin mükâfatını göreceğine şahitlik etmektedir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Kim bir zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür." 

Yine şöyle buyuruyor: "Ve çalışması da yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir."

Yukarıdaki ayetlerden anlaşılıyor ki, insanın çirkin amelleri, onun iyi amellerini yok etmez.

Buna rağmen bilinmesi gerekir ki, bazı özel günahları (küfür ve şirk gibi) işleyenler veya mürted olanların amelleri boşa çıkarılacak, sonuçta iyi amelleri zayi olacak ve ahirette ebedî azaba tutulacaktır.

Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların bütün yaptıkları dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar, ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklar." 

Bu söylediklerimizi göz önünde bulundurarak, iman eden her insan ahiret yurdunda iyi ve kötü işlerinin karşılığını görecektir. Ancak Kitap ve Sünnet'te insanın iyi amellerinin boşa çıkarılması olarak addedilen mürtet olması ve benzeri günahları işlemesi durumunda iyi amellerinin karışlığını göremez.

Son olarak şu noktayı da hatırlatalım: Her ne kadar Allah Teâlâ iyi işler hakkında mü'minlere mükâfat vereceğini vaat edip diğer taraftan kötü işler için de olanları cezalandıracağını bildirmişse de, aklın hükmü bakımından bu ikisi -mükâfat ve ceza- birbirinden tamamen farklı şeylerdir.

Çünkü mükâfat vaadine uymak aklî bir ilkedir ve ona aykırı davranmak çirkindir.

Çünkü cezalandırmak, cezalandıranın hakkıdır ve o da kendi hakkından geçebilir.

İşte bu nedenle bazı iyi işlerin, kötü işlerin çirkinliklerini örtmesi gayet doğaldır ve buna "tekfir-kefâret vermek" denir. 

Kur'an-ı Kerim'de bazı iyi ameller kötü amellerin kefareti sayılmıştır. Bunlardan biri, kişinin büyük günahlardan sakınmasıdır.

Nitekim şöyle buyurulmaktadır: "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere sokarız."
 
Tövbe ve gizlice verilen sadaka gibi amellerin de böyle bir etkisi vardır.

Cehennem azabında ebedî kalmak kâfirlere hastır. -Canları "tevhid" nuruyla aydınlanan- günahkâr mü'minler için ise bağışlanıp ateşten çıkma yolu kapanmış değildir.

Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan da gerçekten büyük bir günah işlemiştir." 

Açık bir şekilde, Allah'a ortak koşmak dışında bütün günahların bağışlanabileceğini bildiren yukarıdaki ayet, şüphesiz tövbe etmeksizin ölen insanların kötü amellerine işarettir.

Çünkü tövbe edildiğinde, bütün günahlar -hatta şirk bile- bağışlanır. Ayetin müşrikle diğerleri arasında fark gözettiğini göz önünde bulundurarak, onun, tövbe etmeksizin ölen kişilerin bağışlanmasına işaret ettiğini söylemek gerekir.

Açıktır ki, eğer böyle bir insan müşrik olursa bağışlanmaz fakat eğer müşrik olmazsa, onun bağışlanma ümidi vardır. Ancak kesin olarak değil, "dilediğine" kaydıyla; yani, Allah'ın bağışlanmasını irade etmesi durumunda...

Yüce Allah'ın geniş rahmetini açıklamakta olan yukarıdaki ayetteki "dilediğine" kaydı, günahkârları "korku"yla "ümit" arasında tutmuş olup, onları tehlikeyi önlemeye -yani ölümden önce tövbe etmeye- teşvik etmektedir.

Dolayısıyla, mezkûr vaad, insanı "umutsuzluk" ve "tecerri" uçurumlarından uzaklaştırarak eğitimin doğru yoluna doğru ileri götürmektedir.

İmam Musa Kâzım (a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah, küfür ve şirk ehli dışında kimseyi cehennem ateşinde ebedî olarak tutmayacaktır."

Ve sonunda iyi amellerin mükâfatından yararlanacaktır. Nitekim "Kim bir zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür"   buyurulmaktadır.

Biz, cennet ve cehennemin şimdi de var olduklarına inanmaktayız. Şeyh Müfid buyuyor ki: "Cennet ve cehennem şimdi vardır; rivayetler onların varlığına delâlet etmekte ve ulema da bu konuda ittifak içerisindedir." 
 
Kur'an-ı Kerim ayetleri de bir şekilde cennet ve cehennemin günümüzde fiilen var olduğunu göstermektedirler. Nitekim şöyle buyuruluyor:
 
"And olsun, (peygamber) onu (vahiy meleğini) bir inişinde daha görmüştü; Sidretu'l-Munteha'nın (Uzak Ağaç) yanında. Ki Cennet-i Me'va onun yanındadır." 
 
Başka bir yerde, mü'minlere müjde vermek ve kâfirleri uyarmak amacıyla, cennetin, sakınanlar için ve cehennemin ise kâfirler için hazırlandığı bildirilmektedir.
 
Nitekim cennet hakkında, "sakınanlar için hazırlanmış"   buyurulmakta ve cehennem hakkında da, "Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının"   buyurulmaktadır.
 
Buna rağmen, cennet ve cehennemin nerede olduklarını tam olarak bilmiyoruz. Sadece bazı ayetlerden cennetin yüksek bir yerde olduğu anlaşılmaktadır:
 
"Gökte rızkınız da var, uyarıldığınız (azap) da var."  (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Cafer eserinden)