TEHLİKENİN EN BÜYÜĞÜ: NİFAK VE MÜNAFIKLIK II.....

Dünden devam eden

         Câbir b. Abdullah’dan gelen bir rivayette ise; beraber çıkılan bir gazada Muhacirler’den biri, Ensar’dan birinin kaba etine vuruverdi. Bunun üzerine Ensârî; “Ey Ensar!” diye seslendi. Muhacirler’den olan ise, “Ey Muhacirler!” diye bağırarak Muhacirler’i çağırdı. Bu­nun üzerine Resulûllah, “Bu cahiliye davası da nedir?” buyurdu. Daha sonra haberi duyan münafık lideri Abdullah ibn-i Selül, “On­lar öyle bir işi yaptılar ha!.. Allah’a yemin ederim ki, Medine’ye dönecek olursak en şerefli ve kuvvetli olan (kendisini kastediyor) oradan (Medine’den) en hakir olanı (Resulûllah’ı kastediyor) çıka­racaktır.”

<TEHLİKENİN EN BÜYÜĞÜ: NİFAK VE MÜNAFIKLIK II.....

Bunun üzerine Ömer Abdullah b. Selül’ün boynunu vurmak için izin istedi. Ancak Resulûllah, “Bırak onu! İnsanlar; Muham­med, ashabını öldürüyor, demesinler” buyurdu. (Buharî, Tefsir, Sûre: 63-5; Müslim, Birr, 63-64 )

Bu hadise üzerine nâzil olan Münafıkûn Sûresi 7. ve 8. âyetlerde Cenâb-ı Hak, “Onlar; ‘And olsun, eğer Medine’ye dönerse; en üstün olan, en alçak olanı oradan muhakkak çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâl­buki üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler” buyurmak sûretiyle, münafıkla­rın halini ifade ediyor.

Bu olaylar cereyan ederken, Abdullah ibn-i Selül’ün, samimi olarak iman etmiş olan oğlu Abdullah’ın, Resulûllah’ın, babasını öldürteceği yolunda haberler duyunca Hz. Peygamber’e gelmesi ve, “İzin ver ki, kâfir olan babamı kendi ellerime öldüreyim” diye­rek Resulûllah’tan izin istemesi son derece ibret verici, düşündü­rücü bir hadisedir. Nifak ve küfür sebebiyle kararmış bir kalp ile, imanın kök saldığı bir kalbin arasındaki farkı göstermesi bakımın­dan bu hadise de ibretle doludur. Resulûllah’ın, Abdullah’a cevabı ise, “Biz ona iyi davranacağız. Ona güzel muamelede bulunacağız. Yanımızdaki sohbeti sebebiyle, kendisine herhangi bir şey yapıl­mayacaktır” şeklinde olmuştur. (İbn-i Hişâm, Sîret, c. 2, s.292; İbn-i Kesîr, Tefsir, c. 8, s. 159)

Münafıkların çıkardığı nifak ve fitnelerin belki de en korkuncu ve Müslümanları en derinden yaralayanı Hz. Âişe’ye iftira edilme­si; İfk hadisesidir. Ben-i Mustalik Gazvesi’ne Resulûllah’la beraber katılan Hz. Âişe, ordu, Medine yakınında geceyi geçirmek için konakladığın­da, düşürdüğü gerdanlığını ararken, ordu yola çıktı. Hz. Âişe, or­dunun konakladığı yerde oturup bekledi. İslam ordusunun arkasın­dan gelerek unutulan eşyaları toplamakla görevlendirilen Safvan ibn-i Muattal sabah aydınlığında onu gördü ve devesine bindirerek Medine’ye girmeden, orduya yetiştirdi. Aslında bu, basit bir ha­disedir. Ancak, boş durmayan münafıklar, hemen faaliyete geçe­rek konuşmaya başladılar. Dedikoducuların liderliğini Abdullah b. Selül yapıyordu. Hassan b. Sabit, Hamne bint-i Cahş, Mıstah b. Ubase de iftirayı yayanların başında idiler. Safvan ibn-i Muattal’ın, zaten arasının açık olduğu Hassan b. Sabit’e düşmanlığı artmıştı. Müslümanlar gruplara ayrılmıştı. Resulûllah ashabından güvendik­lerinin görüşlerini alıyor, Hz. Ali, Hz. Ömer ve  Osman’la ko­nuşuyordu. Hepsi de Hz Âişe’nin masumiyetini müdafaa ediyordu. Bir bekleyiş ve sabır döneminden sonradır ki, Hz. Âişe’yi temi­ze çıkaran âyetler nâzil oldu: “(Muhammed’in eşine) o uydurma haberi getirip, iftira atanlar, içinizden bir topluluktur. Onu kendi­niz için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır. İftira­da bulunanlardan herbirinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan günahın en büyüğünü yüklenene de büyük azap vardır. İftirayı işittiğiniz zaman, mü’min erkeklerle, mü’min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup da, ‘bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi? Bir de dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki, bu şahitleri getirmediler. Eğer Allah’ın lutfu ve merhameti (dünya ve ahirette) üzerinize olmasaydı yaydığınız fitne yüzünden size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Siz o iftirayı di­linize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki Allah nezdinde büyük bir günahtır.” (Nûr, 11-18)

Konuyla ilgili âyetler nâzil olduktan sonra, bu iftirayı dillerine dolayıp yaymakta ileri giden Abdullah ibn-i Selül, bazı Müslüman­ları da bu konuda kandırmayı becermişti. Nitekim, Hassan b. Sabit, Hamne bint-i Cahş ve Mıstah b. Usase’ye 80 değnek had cezası vuruldu.

Münafıkların, Müslümanları bölmek ve aralarına düşmanlık sokmak için giriştikleri faaliyetlere daha pek çok örnek gösterile­bilir. Bu örnekler bize, münafıkların belli başlı özelliklerini göster­mektedir. Bunlar her devirde aynıdır ve her devirde Müslümanlar, münafık tipinin karakter özelliklerini iyi tespit ederek, ona göre tedbirli davranmalıdırlar.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa :  403/408

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir