TEHLİKENİN EN BÜYÜĞÜ: NİFAK VE MÜNAFIKLIK I.....

      İslamiyet’in Mekke döneminde, inananlar ve inanmayanlar ol­mak üzere iki grup insan vardı. Mü’minler büyük işkencelere tâbi tutuluyor, baskı görüyorlardı. Mekke döneminde, Müslümanlar arasında, münafık sınıfı yoktu. Çünkü, Mekke devri, bir çile ve me­şakkat devriydi.

<TEHLİKENİN EN BÜYÜĞÜ: NİFAK VE MÜNAFIKLIK I.....

Ancak Medine devri farklıydı. Çünkü, bu devirde, İslam bir yurt bulmuş, Allah’ın hükmü ve şeriatı hâkimiyet kazan­mıştı. Münafık grubunun ortaya çıkışı da işte bu devreye rastlar. Düzelen şartlar, Mekke devrine kıyasla artan imkânlar; İslam’ın güç kazanmasından ürken bu bencil, korkak ve zayıf karakterli in­sanların, Müslüman kisvesi altında, mü’minler arasına nifak sok­maya başlamalarına sebep olmuştur. Aslında; kâfirlerle münafıklar arasında, düşmanlık ve küfürde bir fark yoktur. Şu var ki, müna­fıklar yalancıdırlar ve Müslümanların arasına nifak sokarlar. Bu sebeple Müslümanlar, İslam’a açıktan düşmanlık gösteren kâfirler­den daha ziyade bu münafık grubundan zarar görürler. Nitekim, Cenâb-ı Hak, Münafıkûn Sûresi’nin 4. ayetinde buyuruyor: “Onla­rı gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa, sözlerini dinlersin. Onlar, sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakının. Allah, on­ları kahretsin! Nasıl olup da, döndürülüyorlar!”

Münafıkların, inananları bölmek ve aralarına düşmanlık sokmak için giriştikleri faaliyetlerden bazılarını nakletmek, karakterlerini çözmemize yardımcı olacaktır.

Hicret’in 9. yılında çıkılan Tebük Seferi’ndeki ağır şartlar, mü­nafıkların nifak ve ikiyüzlülüklerini ortaya koymaları için yeterli bir sebep olmuştur. Seferin yapılacağı yer Müslümanların bulun­dukları noktadan çok uzak mevkideydi. Mevsim itibariyle aşırı sı­caktı, hasat zamanıydı. Yürüyüş son derece çetindi. (İbn-i Hişâm, c. 2, s. 316; İbn-i Kayyım, Zâdu’l-Mead, c. 2, s. 2)

Bütün bu şartlar, Resulûllah’ı, sefere çıkılacağını ashabına du­yurmaya ve seferberlik ilan etmeye sevk etti.

Bunu duyan ve şartların zorluğunu gören münafıklar İslam or­dusuna katılmadıkları gibi, Müslümanların da gayretlerini kırarak onların kararlarını köreltme çabasına giriştiler. Tevbe Sûresi’nin 81-82. âyetlerinde bu hususta şöyle buyurulmuştur: “Cihaddan geri kalanlar, Allah’ın Resulü’ne muhalefet ederek oturup, kalma­larına sevindiler. Allah yolunda canlarıyla mallarıyla cihad etmeyi hoş görmediler. ‘Bu sıcakta savaşa çıkmayın’ dediler. De ki; ‘Ce­hennem ateşi daha sıcaktır.’ Keşke bilseydiler! Yaptıklarının cezası olarak artık az gülsünler, çok ağlasınlar. Eğer Allah, bu cihaddan sonra tekrar cihada çıkmak için izin isterlerse, onlara şöyle de: Be­nimle beraber bir daha çıkmayacaksınız. Çünkü, daha önce sava­şa çıkmayıp oturmayı istediniz. O halde, geriye kalanlarla beraber oturun.”

80 kişi Tebük Seferi’ne çıkmadı. Bunlardan üçü samimi Müs­lümandılar ve mazeretsiz olarak savaştan geri kaldıklarını itiraf ettiler. Resulûllah’ın emriyle, 50 gün, Müslümanlar onlardan yüz çevirdiler. Kimse onlarla konuşmadı. Nihayet, Allah, onları affet­tiğini bildirdi.

Münafıklara gelince, Resulûllah onların zâhirî mazeretlerini kabul edip, işlerini Allah’a havale etti. Nihayet, Tevbe Sûresi’nin ayetleri indi.

Münafıkların zor şartlar altında ne gibi tavırlar takındıklarının bâriz bir örneğini de Hendek Savaşı’nda görüyoruz. Hendek kazı­mı sırasında Selmân-ı Farisî, sert bir kayalıkla karşılaşmıştı. Duru­mu haber alan Resulûllah, bizzat Kendisi kayayı kırmaya başladı ve kayadan çıkan kıvılcımlar her yani aydınlattı. Ve Allah Resulü, ashabına Yemen ve İran ülkelerini, Kisra saraylarını, Şam’ın anah­tarlarını müjdeledi. Bunları duyan münafıklar, “Biz bu hendeğin içinde sıkıştık kaldık, O bize neler söylüyor” demek sûretiyle ni­faklarını yine açığa vurdular ve çalışma yerinden izinsiz olarak sı­vışmaya başladılar.

Nitekim, aynı savaşta, Kurayza Yahudilerinin ihanet haberini alan Allah Elçisi, “Sabredin, birleşik ordular yakında üzerinize gelecekler. Biraz sıkıntı çekeceksiniz, fakat zafer sizin olacaktır” diyerek Müslümanları sabra davet ettiğinde, münafıklar âyette bu­yurulduğu üzere, “Allah ve Elçisi bize boş bir aldatmacadan baş­ka bir şey vaad etmemiş” (Ahzab, 12 ) diyerek, samimiyetsizliklerini ortaya koydular. Halbuki aynı gün birleşik orduları gören Müslümanla­rın, ancak teslimiyeti, imanı ve sabrı artmıştı. “Mü’minler birleşik orduları görünce, ‘Bu, Allah ve Elçisi’nin bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi’ dediler. Bu, onların sadece iman ve teslimiyetlerini artırdı.” (Ahzab, 12 )

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa :  403/408

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

Devam edecek