İşkence ve zulmün arttığı bir dönemde Taif’e yapmış olduğu çileli ve ibretli yolculuk, Allah Resulü’nü hayli üzmüştü.
06-10-2021Müşrikler, Ebu Tâlib ve Hz. Hatice’nin vefatlarını fırsat bilerek, zulümlerine zulüm katmaya başladılar. Öyle ki; işkencelerden dolayı Efendimiz tebliğ vazifesini yapamaz hâle gelmişti. Bu sebeple, Taif’e giderek oradaki Sakif kabilesinden kendisini korumalarını ve İslam’ı kabul etmelerini istemeye karar verdi.
Hz. Peygamber, Hz. Zeyd b. Harise’yi de yanına alarak Taif’e vardı. Kaldığı on gün zarfında, Sakif kabilesinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Onları İslam’a davet etti. Kavmine karşı, kendisiyle bir olarak mücadele etmelerini talep etti. Ne var ki, müsbet netice alamadığı gibi birçok hakaret ve ithamlara da mâruz kaldı.
Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anlayan Resul-i Ekrem Efendimiz, geri dönmeye karar verdi. Hatta onlar da, Kendisini gitmeye zorladılar. Bununla da yetinmeyip, ayak takımı, çocuklar ve sokak gençleriyle kölelere Allah Resulü’nü taşlattılar. Yolun iki tarafında sıralanan bu kimseler, kahkaha cümbüşü içerisinde Hz. Peygamberi ve Hz. Zeyd’i taşa tuttular. Hz. Resul’ün ayakları, kan içinde kaldı. Yürüyemeyip yere yığılmak zorunda kaldı. Bu vicdansız insanlar, her yere oturuşunda O’nu zorla ayağa kaldırıp yeniden taş yağmuruna tutmuşlardı. O'na vücudunu siper yapmaya çalışan Hz. Zeyd’in de, her tarafı kan-revan içinde kalmıştı. Resul-i Ekrem’in hayatı boyunca karşılaştığı en büyük ezâlardan biri de, işbu hadise olmuştur.
Kendilerini, zorla bir bağa atarak taş yağmurundan kurtuldular. Bağ sahipleri olan Utbe ve Şeybe b. Rabia kardeşler, Allah Resulü’nün akrabası idiler. Allah Resulü, bağın içindeki bir çardağın altında şu hazin ve ibretli dua ile Cenab-ı Hakk’a iltica ettiler:
“İlahi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak Sana arz eder, ancak Sana şikayet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi Sensin! İlahî; kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline Beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar Beni esirgersin. İlahi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam. Fakat Senin af ve merhametin, Bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlahi! Gazabına uğramaktan, rızasızlığa dûçâr olmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahirete ait işlerin medar-ı salahı olan İlahî nuruna sığınırım. İlahi! Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kâimdir.”
O’nun bu münacaatını gözleyen Rabiaoğullarının içinde, bir merhamet duygusu uyandı. Köleleri Addâs’la Efendimize biraz üzüm gönderdiler.
Resul-i Ekrem, üzümü ‘Besmele’ çekerek yemeye başlayınca Addas şaşırdı; ‘Bu sözü buranın halkı bilmez ve söylemezler’ dedi.
Hz. Peygamber, onun nereli ve hangi dine mensup olduğunu sordu. Ninovalı ve Hıristiyan olduğunu öğrenince, “Demek sen, sâlih bir kimse olan Metta oğlu Yunus Peygamber’in hemşehrisisin?” dedi. Addas; “Sen, Yunus’u nereden biliyorsun?” deyince Hz. Peygamber; “O, Benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de peygamberim” şeklinde mukabelede bulundular. Bunun üzerine Addas, kendisini tutamayarak Resulûllah Efendimizin başını ellerini ve ayaklarını öptü.
Manzarayı hayretle seyreden bağ sahipleri, Addas yanlarına dönünce ona; “Bu adam seni dininden ayırmasın, çünkü, senin dinin O’nun dininden hayırlıdır!” dediler. Addas’ın efendilerine cevabı ise çok kesin ve keskindi: “Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana öyle birşey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir.”
Hz. Peygamber, Taif’ten dönüşünde, Mekke’ye iki konaklık bir mesafede üzerini bir bulutun kapladığını gördü. Bulutun içinde Hz. Cebrail vardı. Cebrail (a.s.) seslendi: “Şüphesiz Allah, kavminin Sana ne söylediklerini işitti. Sana, şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak hususunda, ona emredebilirsin.”
Bunun üzerine dağlar meleği, Allah Resulü’nü selamlayarak emrine âmâde olduğunu ve istediği takdirde Ebu Kubeys ve Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerlerine yıkabileceğini söyledi.
Bu teklif üzerine, gözyaşları içerisinde ellerini gökyüzüne kaldıran Hz. Resul, Rabbine; “Allah’ım, onlar (Seni ve Beni) bilmezler! Onlara hidayet nasib eyle!” diye dua etti. Onun bu duası, âlemlere rahmet oluşunun en güzel nişanesi olmuştur.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 277 /279
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir