TAİF YOLCULUĞU…..

      İşkence ve zulmün arttığı bir dönemde Taif’e yapmış olduğu çi­leli ve ibretli yolculuk, Allah Resulü’nü hayli üzmüştü.

<TAİF YOLCULUĞU…..

Müşrikler, Ebu Tâlib ve Hz. Hatice’nin vefatlarını fırsat bilerek, zulümlerine zulüm katmaya başladılar. Öyle ki; işkencelerden do­layı Efendimiz tebliğ vazifesini yapamaz hâle gelmişti. Bu sebeple, Taif’e giderek oradaki Sakif kabilesinden kendisini korumalarını ve İslam’ı kabul etmelerini istemeye karar verdi.

Hz. Peygamber, Hz. Zeyd b. Harise’yi de yanına alarak Taif’e vardı. Kaldığı on gün zarfında, Sakif kabilesinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Onları İslam’a davet etti. Kavmine karşı, kendi­siyle bir olarak mücadele etmelerini talep etti. Ne var ki, müsbet netice alamadığı gibi birçok hakaret ve ithamlara da mâruz kaldı.

Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anlayan Resul-i Ekrem Efen­dimiz, geri dönmeye karar verdi. Hatta onlar da, Kendisini gitmeye zorladılar. Bununla da yetinmeyip, ayak takımı, çocuklar ve sokak gençleriyle kölelere Allah Resulü’nü taşlattılar. Yolun iki tarafında sıralanan bu kimseler, kahkaha cümbüşü içerisinde Hz. Peygam­beri ve Hz. Zeyd’i taşa tuttular. Hz. Resul’ün ayakları, kan içinde kaldı. Yürüyemeyip yere yığılmak zorunda kaldı. Bu vicdansız in­sanlar, her yere oturuşunda O’nu zorla ayağa kaldırıp yeniden taş yağmuruna tutmuşlardı. O'na vücudunu siper yapmaya çalışan Hz. Zeyd’in de, her tarafı kan-revan içinde kalmıştı. Resul-i Ekrem’in hayatı boyunca karşılaştığı en büyük ezâlardan biri de, işbu hadise olmuştur.

Kendilerini, zorla bir bağa atarak taş yağmurundan kurtuldu­lar. Bağ sahipleri olan Utbe ve Şeybe b. Rabia kardeşler, Allah Resulü’nün akrabası idiler. Allah Resulü, bağın içindeki bir çarda­ğın altında şu hazin ve ibretli dua ile Cenab-ı Hakk’a iltica ettiler:

“İlahi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk na­zarında hor görüldüğümü ancak Sana arz eder, ancak Sana şikayet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi Sensin! İlahî; kötü huylu, yüz­süz bir düşman eline Beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizgin­lerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar Beni esirgersin. İlahi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim mih­netlere, belalara aldırmam. Fakat Senin af ve merhametin, Bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlahi! Gazabına uğramak­tan, rızasızlığa dûçâr olmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahirete ait işlerin medar-ı salahı olan İlahî nuruna sığınırım. İlahi! Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kâimdir.”

O’nun bu münacaatını gözleyen Rabiaoğullarının içinde, bir merhamet duygusu uyandı. Köleleri Addâs’la Efendimize biraz üzüm gönderdiler.

Resul-i Ekrem, üzümü ‘Besmele’ çekerek yemeye başlayınca Addas şaşırdı; ‘Bu sözü buranın halkı bilmez ve söylemezler’ dedi.

Hz. Peygamber, onun nereli ve hangi dine mensup olduğunu sordu. Ninovalı ve Hıristiyan olduğunu öğrenince, “Demek sen, sâlih bir kimse olan Metta oğlu Yunus Peygamber’in hemşehri­sisin?” dedi. Addas; “Sen, Yunus’u nereden biliyorsun?” deyince Hz. Peygamber; “O, Benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de peygamberim” şeklinde mukabelede bulundular. Bunun üzerine Addas, kendisini tutamayarak Resulûllah Efendimizin başını elle­rini ve ayaklarını öptü.

Manzarayı hayretle seyreden bağ sahipleri, Addas yanlarına dö­nünce ona; “Bu adam seni dininden ayırmasın, çünkü, senin dinin O’nun dininden hayırlıdır!” dediler. Addas’ın efendilerine cevabı ise çok kesin ve keskindi: “Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana öyle birşey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir.”

Hz. Peygamber, Taif’ten dönüşünde, Mekke’ye iki konaklık bir mesafede üzerini bir bulutun kapladığını gördü. Bulutun içinde Hz. Cebrail vardı. Cebrail (a.s.) seslendi: “Şüphesiz Allah, kavminin Sana ne söylediklerini işitti. Sana, şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak hususunda, ona emredebilir­sin.”

Bunun üzerine dağlar meleği, Allah Resulü’nü selamlayarak emrine âmâde olduğunu ve istediği takdirde Ebu Kubeys ve Kuay­kıan dağlarını müşriklerin üzerlerine yıkabileceğini söyledi.

Bu teklif üzerine, gözyaşları içerisinde ellerini gökyüzüne kaldı­ran Hz. Resul, Rabbine; “Allah’ım, onlar (Seni ve Beni) bilmezler! Onlara hidayet nasib eyle!” diye dua etti. Onun bu duası, âlemlere rahmet oluşunun en güzel nişanesi olmuştur.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 277 /279

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir