Sivas Kongresi’ne giderken Nakşi bir şeyh de onlarla idi.....

Mustafa Kemal’e dinsiz diyenlere en güzel cevabın Kurtuluş Savaşı olduğunun altını hep çiziyoruz

<Sivas Kongresi’ne giderken Nakşi bir şeyh de onlarla idi.....

Mustafa Kemal'e dinsiz diyenlere en güzel cevabın Kurtuluş Savaşı olduğunun altını hep çiziyoruz.

Din adamlarının maddî ve manevî desteği ile gelişen Kuvva hareketinde Erzurum Kongresi'nden sonra bu şehirden ayrılarak Sivas Kongresi için Sivas'a ilerlenirken, Mustafa Kemal'in yanında hem Raif Efendi, hem de bir Nakşi şeyhi olan Fevzi Efendi de bulunmaktadır.

Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi'nin Mustafa Kemal'in yanında yer alması, esasen hem Atatürk'ün, Nakşilere şartlı bir şekilde karşı olmadığının ispatıdır; hem de vatana ihanet etmeyen tüm hocalarla Kurtuluş Savaşı'nda beraber hareket ettiğine delildir.

Sivas iline girerken ciddi bir pusu tehlikesi ile karşılaşırlar.

Şeyh Fevzi Hoca'nın canını hiçe sayarak yanlarında dua eden hali şöyledir:

"... Erzincan'dan ayrılalı bir saat kadar olmuştu ve Erzincan boğazına girmek üzereydik. Bu sırada uzaktan birtakım işaretler verildiğini dürbünle görüyorduk. İşaret verenlere biraz daha yaklaştığımız zaman bunların jandarma zabit ve neferleri olduğunu gördük.

Kendilerine iyice yaklaştığımız zaman, 'Durunuz' dediler. Durduk. Koşa koşa Paşa'mın otomobiline giden jandarma zabitinin telaşlı telaşlı bir şeyler anlattığını ve eli ile boğazı, etraftaki yalçın dağları gösterdiğini müşahede ediyorduk. Merak ettik. Arabadan inerek, Paşa'nın yanına gittik.

Jandarma zabitinin söylediği kısaca şuydu:

'Müsellah Dersimli çeteler boğazı kapattılar. Boğazı geçmek imkansızdır. Merkezden kuvvet istedim. Kuvvet gelir gelmez hemen eşkıya üzerine hücum edip boğazı açacağım. Ancak bundan sonradır ki kafilenin emniyetle boğazı geçmesi mümkün olabilir.' Vaziyet mühimdi ve hatta tedhişkardı.

Paşa, çatılan kaşlarının altından güneş gibi süzülen gözleriyle jandarma zabitinin izahatını sükûnetle dinledikten sonra, otomobilden indi ve zabite sordu:

'Eşkıyanın miktarı hakkında malumatınız var mı?'

Zabit, 'Kat'i malumatım yok' cevabını verdi.

Müteakiben Paşa'nın sualleri ve zabitin cevapları şöylece devam etti:

- Eşkıya boğazın neresinde mevzi almış?

- Usulleridir. Boğazın içine girmeye müsaade ederler. Kafilenin sonu geldiği zaman yolun iki tarafını birden kapatırlar.

- Yani biz boğaza gireceğiz, çıkmadan yolumuzun kapatıldığını ve arkamızın kesildiğini göreceğiz, öyle mi?

- Evet.

- Fakat ne eşkıyanın miktarı, ne de nerede pusu kurduğu hakkında sahih malumatınız yok.

- Müşahadeye müstenid malumatımız yok. İstihbaratımızı arzettim.

-Merkezden ne kadar kuvvet istediniz?

-Bir tabur istedim. Bir iki bölük de gelse olur.

-Gönderdiğiniz haber kaç saatte merkeze vâsıl olacak ve takviye kıt'ası kaç saatte buraya gelebilecek?

-Kıt'a hemen yola çıkarılırsa yarın burada olur.

-Boğazı temizlemeniz ne kadar sürer?

Jandarma zabiti boğazın temizlenebileceğinden bile şüpheli görünüyordu. Söyledikleri belki doğru, belki yanlış, belki mübalağalıydı.

Fakat herhalde tahminden ileriye geçmiyordu ve jandarma ile müsellah Dersim eşkıyası arasında yakın bir temas yapılmış değildi. Paşa bir saniye düşündükten sonra, bize döndü dedi ki:

'Biliyorsunuz ki işimiz acele. Sivas Kongresi'ne gününde yetişmek mecburiyetindeyiz. Yol programımızı değiştiremeyeceğimiz gibi, Kongre'nin açılmasını da geciktiremeyiz.

Gecikmemiz, bilhassa yollarda eşkıya var diye gecikmemiz kongreyi felce uğratır ve çığ halinde büyültülerek şayialarla Sivas'ta siyasî bir panik olur.

Ben, her ne pahasına olursa olsun vaktinde Sivas'ta bulunmak icap ettiği kanaatindeyim. Her ne olursa olsun, her türlü tehlikeyi göze alarak yolumuza devam etmeliyiz.'

Paşa, sözlerinin bu noktasında sesinin tonunu biraz daha yükselterek ve heyecanlandırarak;

'Otomobilin birinde hafif mitralyözlerimiz var. Osman Bey (O zaman yüzbaşıydı. Generalken öldü. Osman Tufan merhum) ve birkaç arkadaş mitralyözleri ateşe hazır bulundurarak önden ilerlesin.

Bizim arabalar da kendisini takip etsin. Etraftan gelecek ateşlere ehemmiyet vermeyerek otomobillerimiz bütün süratleriyle ilerlerler. Fakat önümüze eşkıya çıkar ve yol kapatılmış olursa o zaman da hemen otomobillerden atlayarak ve derhal birer mevzi edinerek mukabil ateşe başlarız. Müsademe sonunda ya yolu açmaya muvaffak oluruz yahut da ölürüz.

Ancak, tavsiyem şudur ki; böyle bir hal vukuunda aramızda yaralanan ve ölenler bulunursa onlarla asla meşgul olmayacağız. Sağ kalanlar için, tek kişi dahi olsa, hedefi Sivas'a ulaşmak teşkil edecektir' dedi ve gözlerimizin içine bakarak;

'Benim kararım bu, sizler de kabul ediyor musunuz?' diye sordu.

İstisnasız, 'Tabii Paşam' dedik. Arabalara atladık. Paşa, jandarma zabitine de şu emri verdi: 'Biz gidiyoruz. Allah'a ısmarladık. İsterseniz siz de boğaza doğru mevcut kuvvetinizle ilerleyiniz. Biz bir müsademeye tutuşursak, belki bizi takviye edebilirsiniz.' Mesele yoktu.

Hepimiz millî davanın yolunda hayatımızı feda etmeye hazırdık ve Mustafa Kemal'in emrindeydik. Müsterih ve soğukkanlıydık.

(...) Yanımızda Erzincan'dan aldığımız Heyet-i Temsiliye azası Şeyh Fevzi Efendi de vardı. Uzun boylu, kır serpmiş uzun sakallı, keskin bakışlı bir zat olan Şeyh Efendi, benim ve Süreyya'nın bindiğimiz otomobildeydi. Çok düşünüyor, az konuşuyordu.

Nakşi tarikati şeyh efendilerine mahsus kavuk ve libası ile seyahat ediyordu. Az konuşmasına rağmen daima nükteli cümleler tertip ediyor ve mümkün olduğu kadar ârifane ve mutasavvıfane bir üslup kullanıyordu.

Bilhassa daima, 'Fakiriniz' diye söze başlaması ve fevkalade mütevazı oluşu, hakkında hemen bir hissî hürmet tevlit ediyordu.

Jandarma subayının telaşlı ihbar ve mütalaaları, Mustafa Kemal Paşa'nın azim ve irade taşıyan heyecanlı kararı karşısında Fevzi Efendi de bihakkın metanet gösteriyor ve 'Dersim eşkıyasının taarruzu ile emr-i Hakka vüsul, şüphesiz mertebe-i şehadeti ihraz olur.

Biz bir gazayi Hak, bir gazayi vatan ve millet uğruna yola çıkmış bulunuyoruz' diyor, maneviyatımızı takviye ediyor, boğazı geçerken sükûnla tesbihini çekerek harekat halinde bulunan dudaklarından kendi kendisine dualar ettiği anlaşılıyordu.

Fakat Allah'a bin şükür ki, hiçbir arızaya uğramaksızın birkaç saatlik heyecanlı bir seyahat sonunda çoktan boğazı geride bırakmıştık." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 375)