‘Resulüllah’ın sırrının sırdaşıydım’

Ona soru sorduğum zaman cevap verirdi! Sorum tamamlanıp sustuğum zaman da kendisi anlatmaya başlardı.

<‘Resulüllah’ın sırrının sırdaşıydım’

İmam Ali (a.s) buyurdu ki; "Allah Elçisine ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir dereceye ulaştığımı bilirsiniz!
 
Henüz çocuktum. O, beni korumasına aldı! Bir yalan söylediğimi de, bir kötülük ettiğimi de görmemiştir.
 
O sütten kesildiğinden beri, meleklerinden pek büyük bir meleği Allah, ona eş etmişti! O melek, gece gündüz ona yücelikler yolunu gösterdi.
 
Her an anasının ardından giden deve yavrusu gibi, ben de onun ardından giderdim! O, bana her gün huylarından birini belleterek ona uymamı buyururdu.
 
Her yıl Hira dağına çekilerek kulluğa koyulurdu! (O zaman) O'nu, ben görürdüm, başkası göremezdi.
 
O gün İslam, Allah Elçisiyle Hatice'nin evinden başkasının evinde yoktu. Ben de, onların üçüncüsüydüm.
 
Vahiy ve Peygamberlik nurunu görürdüm, Peygamberlik kokusunu alırdım. Ona vahiy gelirken şeytan'ın feryadını duydum ve dedim ki; Ey Allah'ın Elçisi! Bu feryat nedir?
 
Buyurdu ki; Bu feryat eden şeytandır. Halkın kendisine kulluk etmesinden, artık umudunu kesti! Sen, benim duyduğumu duymaktasın, gördüğümü görmektesin ama peygamber değilsin. Yardımcımsın ve iyilik üzerindesin, ona ulaşmışsın." (Hz. Ali, Nehcülbelağa, Çev. Kadri Çelik, Tahkik: Seyyid Ali Hüseyni Buhti, 192. Hutbe, s. 280, Fereç Yayınları, Nürnberg / Almanya, 2001; Seyyid b. Tavus, Kitabül Yakin, s. 196; Kuleyni, Füruukafi, 4/168; Şeyh Saduk, Menlayahzuruhulfakih, 1/152; Zemahşeri, Rebiülebrar, 1/113; Maverdi, Alamünnübvvet, s. 97; Ağa Bozorg Tahrani, Zeria, 7/204)
 
İmam Ali (a.s) buyurdu ki; "Ben her gün her gece Allah Elçisinin huzuruna varıp onunla her konuda konuşurdum! Sırrının sırdaşıydım! Benden saklı bir şeyi yoktu!
 
Ashap, Allah Elçisinin benden başka kimseye böyle davranmadığını bilirdi! Sıkça evime gelirdi. Birlikteliğimiz, onun evinden çok benim evimde olurdu. Bazen evine gittiğimde, eşlerini ayrı bir yere gönderirdi ve ikimiz kalırdık ama o benim evime geldiğinde, benimle yalnız kalmak için Fatıma'dan ve çocuklarımdan hiç birine bizi yalnız bırakınız demezdi.
 
Ona soru sorduğum zaman cevap verirdi! Sorum tamamlanıp sustuğum zaman da kendisi anlatmaya başlardı.
 
Kendisine inen tüm ayetleri, bana okuyup öğretti ve ben, kendi elimle onları yazdım. Ayetlerin tefsirini, yürürlükten kaldıranı ve yürürlükten kaldırılanı, kesin ve açık anlamlısını ve yorum gerektiren kapalı anlamlısını, özelini ve genelini bana öğretti.
 
Bana, onları kavrayıp ezberleme gücü bağışlaması için de Allah'a dua etti. Benim için bu duayı ettikten sonra hiçbir Kuran ayetini ve yazdığım hiçbir ilmi unutmadım.
 
Allah'ın kendisine öğrettiği helalleri ve haramları, buyruk ve yasakları, geçmişte gerçekleşmiş şeyleri, gelecekte gerçekleşecek olayları, kendinden önceki peygamberlere inen kitapları da bana öğretti.
 
Ben de onları kavrayıp belledim, bir tek harfini bile unutmadım. Daha sonra elini göğsüme koyup kalbimi, ilim ve nurla doldurmasını Allah'tan istedi.
 
Sordum ki; Ey Allah'ın Elçisi! Anam babam, sana kurban olsun. Bana ettiğin o duadan sonra hiçbir şeyi, üstelik yazmadıklarımı bile unutmadım! Acaba bundan sonra da unutacağım diye bir kaygınız var mı?
 
Buyurdu ki; Hayır! Senin için böyle bir kaygım yoktur!" (Kâfi, 1/338)
 
Hz. Ali buyurdu ki; Ben, Allah Elçisinden bir şey sorduğumda cevap verirdi! Sustuğumda da kendisi konuşmaya başlardı!" (İbn Sad, Tabakat, 2/338; Belazuri, Ensabüleşraf, 2/98)
 
İmam Ali buyurdu ki; "Bir şey sorunca Allah Elçisi, bana hemen cevap verirdi. Susunca da yeniden sormağa başlatılırdım.
 
Rabbim bana üstün anlayışlı ve kavrayışlı bir kalp, çok güzel konuşan ve çok soru soran bir dil armağan etti!" (İbn Sa'd, Tabakat, 2/338, 346; Ebu Nuaym, Hilye, 1/67–68; M. Asım Köksal, İslam'da İki Ana Kaynak Kitap ve Sünnet, s. 44–45, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1994)