Ramazan’da Atatürk.....

Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı... Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif okumamı emrederlerdi

<Ramazan’da Atatürk.....

TÜRK-AZ HABER / TARİH

Hafız Yaşar, hatıratında, Ramazanların Mustafa Kemal için önemini özellikle vurgular:

"Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı... Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif okumamı emrederlerdi.

O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de cami hınca hınç dolardı.

 


Atam'ın emriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatmi şerif kıraatlarında İlahi nağmeler cami duvarlarında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı.

Bu esnada cemaat huşû içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının ve dedelerinin ruhlarının istirahati için dua ederler, sıcak gözyaşları dökerlerdi." 

Yine Ramazan ayında özellikle Kadir Gecesinde, kız kardeşi Makbule Hanım'a iftara gittiği meşhurdur.

"... Her Ramazan'ın bir günü ve ekseriyetle Kadir Gecesi bana iftara gelirdi. O gün, imkan bulabilirse oruç da tutardı. İftar sofrasını tam eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi."  

Ayasofya'da Türkçe mevlit

Atatürk döneminde Türkçe Kur'an okunması ve Türkçe Mevlid'in okunmasına bir örnek, Türkçe Yasin-i Şerif okunmasından 10 gün sonra 3 Şubat 1932 günü, Kadir Gecesi'nde Ayasofya Camii'nde gerçekleşmiştir.

O güne ait Cumhuriyet gazetesinde Kadir Gecesi yaşananlar şöyle anlatılır:

"Dün gece Ayasofya Camii'nde toplanan elli bine yakın kadın, erkek Türk Müslümanlar, on üç asırdan beri ilk defa olarak Tanrı'larına kendi lisanlarıyla ibadet ettiler. Kalplerinden, vicdanlarından kopan en samimi, en sıcak muhabbet ve ananeleri ile Tanrı'larından mağfiret dilediler.

Ulu Tanrı'nın ulu adını semaları inleten vecd ve huşû ile dolu olarak tekbir ederken, her ağızdan çıkan bir tek ses vardı. Bu ses, Türk dünyasının Tanrı'sına kendi diliyle taptığını anlatıyordu.

(...) Ayasofya Camii daha gündüzden, saat 4'ten itibaren dolmaya başlamıştı. Mihrabın bulunduğu hattan son cemaat yerine kadar caminin içinde iğne atılsa yere düşmeyecek derecede insan vardı. Kadın erkek hep bir arada idi.

Herkes birbirine sevecen bir lisan ile muamele ediyor, yer olmadığı halde çekilerek yer vermeye çalışıyordu.

Yatsı namazı yaklaşmıştı Ayasofya artık dışarıdaki kapılarına varıncaya kadar insanla dolmuştu ve bütün kapılar kapanmış ve binlerce halk dışarıda kalmıştı.

Yalnız caminin içinde 40 bin kişi vardı. İçeride ve dışarıda olmak üzere 70 bin kişi bu yirmi asırlık ibadetgahı ihata etmişti (doldurmuştu).

Ezan okundu. 30 tane güzel sesli hafızın iştirak ettiği bir müezzin heyeti ile teravih kılındı. Müteakiben 30 güzel sesli hafız hep bir ağızdan tekbir almaya başladılar:

'Tanrı uludur
Tanrı'dan başka tanrı yoktur
Tanrı uludur Tanrı uludur
Hamd O'na mahsustur.'

Kırk bin kişi salavat getirdi, 40 bin kişi Türkçe tekbir aldı.

Mevlid'den sonra Hafız Yaşar Bey Türkçe Kur'an'a başladı. Tebareke sûresini okudu. Müteakiben Hafız Rıza, Hafız Seyit, Hafız Kemal Burhan, Fethi Turhan Bey'lerle otuz hafız hep birer birer muhtelif makamlardan Türkçe Kur'an okudular. Her sûreden sonra Türkçe tekbir alınıyordu." 

Türkçe Kur'an okunmuş, namaz kılınmıştır ancak Arapça ibadet katiyyen yasaklanmamıştır.

Nitekim camilerde Türkçe Kur'an ve Türkçe Mevlid uygulaması sırasında, Atatürk hafızlara, ayetlerin önce Arapça haliyle okunmasını ve namazın bu şekilde kılınmasını fakat daha sonra ayet ve sûrelerin Türkçe karşılıklarının verilerek halka öğretilmesini emretmiştir.

Bu olaydan iki gün sonra 5 Şubat 1932'de, Süleymaniye Camii'nde ilk Türkçe hutbe irad edilmiştir.

Türkçe bayram tekbiri

Hafız Yaşar Okur, 1932'de bayram tekbirinin Türkçe okunmasıyla alakalı bir anı aktarır:

"1932'de Ramazan'ın ikinci günüydü. Atatürk'le Ankara'dan Dolmabahçe Sarayı'na geldik. Beni huzurlarına çağırdılar.

'Yaşar Bey' dediler. 'İstanbul'un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum ama bunlar musikîye de aşina olmalıdırlar.'

Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Saadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye Camii Baş Müezzini Kemal, Beylerbeyli Fahri, Darüttalimi Musikî Azasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Beyler...

Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu Mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey'e götürdü.

O ana kadar bunların niçin çağrılmış olduklarını ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan bayram tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.

Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinde meşke başladılar: 'Allah büyüktür, Allah büyüktür.'

Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu Mebusu Cemil Bey'e dönerek, 'Efendim' dedi, 'Türk'ün Tanrısı vardır. Bu Tanrı şeklinde okunursa daha muvafık olur kanaatindeyim.'

Rıza Efendi'nin bu teklifini Cemil Bey çok ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arz etmek üzere hemen Atatürk'ün huzuruna girdi.

Döndüğü zaman hepimizi Gazi'nin yanına götürdü. Atatürk tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine, 'Peki arkadaşlar' dedi. 'Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.'

Okundu: 'Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrı'dan başka tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı uludur ve hamd O'na mahsustur.'

Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi. O gece geç vakitlere kadar huzurlarında kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine gelmelerini emir buyurdular.

Ertesi akşam aynı zevatla Atatürk'ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Bey'in Kur'an tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur'an-ı Kerim'i ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler.

Fatiha sûresinin tercümesini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışlarıyla onlara halka hitap sanatını öğretmiş oluyorlardı.

Sonra hepsine ayrı ayrı hangi camide mukabele okuduklarını sordu. Aldığı cevap üzerine şu tavsiyelerde bulundu:

Arkadaşlar hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sayfalarını Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın, dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır." 

Kur'an'ın Türkçeleştirilme çalışmalarına son noktayı yine Atatürk'ün kendi yorumuyla koyalım:

"Türk bunun (Kur'an'ın) arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor.

Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın Evet ben de bilirim ki insan, dinsiz olmaz." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 589)