Örneğimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.) Prof. Dr. Haydar Baş’ın kaleminden.....

Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 29.11.2017 tarihinde yayımlanan makalesidir.

Cenab-ı Hak (c.c.), İnşirah suresinin birinci ayetinde, "Biz senin kalbini yarmadık mı Muhammed'im?" buyurur.

<Örneğimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.) Prof. Dr. Haydar Baş’ın kaleminden.....

Sahabe-i Kiram, "Ey Allah'ın Resulü kalbin yarılıp açılması nedir?" diye sorar.

 

Allah'ın Sevgilisi, "Kalbin yarılması, Allah'ın nazarının o kalbe tecelli etmesidir. Allah muhabbetinin ve korkusunun kalbe girmesidir. Kısaca kalbin İslam olmasıdır" buyurur.

 

Siz, Peygamberi aradan çıkarırsanız bu ayeti izah edemezsiniz. Peygamber izahı olmadan İslam'ı doğru anlamak ve yaşamak söz konusu olamaz.

 

Zira Allah (c.c.) muhabbetinin ve korkusunun kalbe girmesi, Allah rızası istikametinde yaşanacak bir hayata bağlıdır.

 

Hz. Peygamber'in geliş gayesi Ayet-i Kerime'de şöyle ifade edilir: "Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden /kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik." (Bakara, 151)

 

Hz. Peygamber, Allah'ın ayetlerini okuyan, kötülüklerden arındıran ve hikmeti talim eden olarak vasfediliyor. Demek ki O olmadan bunların yapılabilmesine imkân bulunmamaktadır.

 

İman, insanı insan eden cevherdir.

 

İnsan, görmediği, işitmediği ve hissetmediği bir âlemin varlığına inanmakla mükelleftir.

 

Yani iman görülmeyen bir şeyedir. Eğer görerek inanmış olsa idik, bunun matematik formülünden farkı kalmazdı.

 

Akıl yolu ile Allah'ın bilinmesine imkân yoktur ve Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) bilinmesi Sünnetullah gereği kalp yolu ile olur.

 

İbadetlerin neticesinde tecelliler ile O'nu tanıma imkânı buluruz.

 

Bakınız, Allah'ın Sevgilisine sahabe soruyor: "Ya Resulüllah, namazı nasıl kılacağız. Emredildi ama nasıl kılalım?"

 

"Anladığınız gibi' demiyor.

 

"Kuran'ı açın okuyun anladığınız gibi kılın" demiyor.

 

"Benden nasıl görüyorsanız öyle kılın" buyuruyor.

 

İslam'ı, "Hz. Peygamber modeline" göre anlamaya mecburuz. Ancak bu sayede Hakk'ın muradına göre yaşayabiliriz.

 

İnsanların kanaatkâr olması lazım diyoruz. Acaba Peygamberin kanaati nasıldı?

 

Peygamber Efendimiz hanımlarını sevdi. Ama nasıl sevdi?

 

İnsanları sevdi. Nasıl sevdi?

 

Mesela hanımına, ashabına gönül koydu. Buna biz, halkın arasında "darılmak" diyoruz. Bunun tarzı nasıldı?

 

Huy dediğimiz bu hallerin yaşanmasında ölçü, Muhammed Mustafa (s.a.v.) olmak zorundadır.

 

Hepimizin gayesi O'na benzemek olmalıdır. Ahlak bakımından, huy bakımından? Sünnet işte bu örnek hayatın huy olarak bize transfer olmasıdır. Yani Hz. Peygamberin ahlakına bürünmektir. Hz. Peygamberde bulunan o güzel ahlak-ı hamidenin bizim iç tabiatımızda hâkim olmasıdır. Sünnetin asıl manası budur.

 

Bu açıdan bakıldığında Sünnet-i Seniyye, bir ahlak tarzıdır.

 

İnsanı Allah'a kul edecek bu örnekler Resulüllah'ın rıhletinden sonra Ehl-i Beyt'im dediği Hz. Fatıma'da, Hz. Ali'de, Hz. Hasan'da ve Hz. Hüseyin'de toplanmıştır. Bu vazifeyi onlardan sonra da Ehl-i Beyt soyundan gelen imamlar üstlenmişlerdir.

 

Günümüzde de aynı cevherden beslenen maneviyat erbabı Allah dostları vazifeyi devam ettirir.

 

Günümüzde hayatından bezmiş, cinnet geçiren, mutsuz bireylerden şikâyet ediyorsak bunun nedeni, Allah'ın (c.c.) muradı olan "örnek insanların" unutulduğu bir hayatı sürdürmedeki ısrardır.