Ne türlü olursa olsun istibdada karşı olan lider.....

Mustafa Kemal, henüz öğrencilik yıllarından itibaren her türlü baskıya karşı çıkan bir karaktere sahiptir

<Ne türlü olursa olsun istibdada karşı olan lider.....

Mustafa Kemal, henüz öğrencilik yıllarından itibaren her türlü baskıya karşı çıkan bir karaktere sahiptir.

"... Bir gün derste ayağa kalkmıştı. Hocaefendi yerine oturmasını buyurunca bacaklarının tutulduğunu ileri sürerek oturmayı reddetti.

Hoca, 'Bana karşı geliyorsun, öyle mi?' diye bağırdı.

Mustafa, 'Evet, karşı geliyorum!' diye cevap verdi.

Bunun üzerine, sınıftaki diğer çocuklar da ayağa kalkarak, 'Biz de, size karşı geliyoruz' dediler ve hoca onlarla uzlaşmaktan başka çare bulamadı.

(...) Arkadaşları birdirbir oynamak isteyince çömelmeyi öfkeyle reddeder ve ayakta dururken 'üstümden atlayın' diye onlara meydan okurdu."

Yine, Selanik Mülkiye Rüştiyesi'nde Mustafa'ya, sınıfta bir arkadaşıyla biraz dalaştığı için kötü muamele eden, onu aşırı derecede döven Kaymak Hafız'ın, çevresinde kendine verilen lakaptan da anlaşılacağı gibi, her halde lenfatik, bıngıl bıngıl, alelade bir adam olması mümkündür.

Hafız, sınıfta Mustafa'yı dalaşma halinde yakalayınca, fena halde hırpaladı. Çok zaman sonra ve bizzat Mustafa'nın anlattığına göre, onun vücudunu kan içinde bıraktı. Hocanın, bundan sadist bir zevk almak istemesi de mümkündür.

Mustafa, annesinin daha onu doğurmadan tahayyül ettiği gibi sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yüzlü fakat hakarete tahammül etmeyen ciddi ve haysiyetli bir çocuktu.

Şemsi Efendi mektebinde gene sarıklı ve anlaşıldığına göre yüzü çiçekbozuğu Çopur Hafız Nuri Efendi'ye isyan ettiği gibi bu sefer de Kaymak Hafız'ın hakaretine tahammül etmedi.

Gerçi Çopur Hafız işi örtbas etmişti. Ama Kaymak Hafız işinde Mustafa dayattı. Günlerce mektebe gitmedi." 

Bakınız, Mustafa Kemal, 1 Aralık 1921'de Büyük Millet Meclisi'nde, heyet-i vekile'nin vazife ve salahiyetine dair kanun teklifi hakkında yapılan görüşmelerde Kanun-i Esasî'den bahseder ve şöyle der:

"... Hakikaten bu kitabın son rolü; milletvekillerini, hilafet ve saltanat makamını elinde tutan zatın en büyük düşmanlarla birlikte dağıtmasıyla nihayet bulmuştur ve onun üzerine milletimiz çocukçasına aldanmaktan ibaret olan bu hareketi artık tekrar etmemeye tövbe ve istiğfar etmiştir ve bu defa hakikaten Kuvva-yi Milliye'yi etken ve millî iradeyi hakim kılmak üzere yüksek heyetinizi buraya göndermiş ve bugünkü hükûmet şeklimizi tayin, tespit eylemiş ve bugünkü faaliyet şekline koymuştur."

Cumhuriyete geçiş öncesinde millî iradeyi hakim kılan, padişahın yetkisini sona erdiren Mustafa Kemal ile, tek adamın padişahın emri ile halkı din baskısı altında ezen cahil hocalara hayır diyen Mustafa Kemal arasında bir fark yoktur.

Her iki icraat da esasen ezilen milletin iradesini hakim kılmak içindir.

Birbirinden farklı iki Atatürk anlayışı olduğundan bahsedebiliriz. Birisi; Kurtuluş Savaşı'nda Türk milletine örnek olan, liderlik yapan ve düşmanı denize döken, Cumhuriyeti ilan eden, Millet Meclisi'ni açan Mustafa Kemal; diğeri devrimleri yapan dinsiz Atatürk.

Oysa onun henüz Kurtuluş Savaşı devam ederken açtığı Millet Meclisi, meşruiyeti milletten alması, tüm yetkileri Meclis iradesine bırakması ve henüz savaş zaferle neticelenmeden konuşmaya başladığı devrimleri de Meclis çatısı altında onaylatarak hayata aktarması esasen iki değil, tek Mustafa Kemal olduğunun göstergesidir.

Kurtuluş Savaşı'nda yanında olan millet, bu sayede devrimlerde de yanında olmuş, yetkiyi milletten almasını sağlamıştır.

Türkçe ibadet, Osmanlı döneminde hocaların dediklerinin doğruluğunu araştıramadan kabule mecbur kalan millet, ne okuduğunu anlasın, kanmasın düşüncesi ile hayata geçirilmek istenmiş, ancak zorlanmamıştır.

Atatürk 1936'da, Bursa'da güvenliğinden sorumlu Teğmen Hayrullah Soygür'e, askerlerini yetiştirirken din eğitimi de vermesinin vatan savunmasına etkisi ile alakalı şunları söylemiştir:

"Büyük Tanrı diyor ki; insanlar doğacaklar ve yaşayacaklardır ama bu insanlar arasında en az hüsrana uğrayacak olanlar hak yemeyenler ve sabredenlerdir.

Şimdi namaza dursan ve Türkçe, 'Büyük Tanrım! Senin yapdediğini yapıyorum, yapma dediğini kesinlikle yapmıyorum, kendimi kötülüklerden korumaya çalışıyorum, hak yemiyorum, sabrediyorum' dersen; sonra Allah'tan her şey istenir, sen de bir şey istersen kabul edilmez mi? Ben kabul edileceği kanısındayım.

Eğer böyle uygulansa idi, Türk İslamlığı çok daha çabuk yayılırdı. Şimdi Mehmetlerini seni yetiştirenler gibi yetiştir.

Bir subay ki, askerlerinin dini ve milliyeti ile en iyi bir şekilde ilgilenir ve onları öyle yetiştirir işte o millet yıkılmaz."  (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 555)