Mustafa Kemal Seyyid’dir.....

Mustafa Kemal hem ana hem baba soyundan seyyiddir.

<Mustafa Kemal Seyyid’dir.....

Mustafa Kemal hem ana hem baba soyundan seyyiddir. Ana tarafından seyyiddir. Zira Zübeyde Hanım'ın soyu Seyyid Feyzullah Efendi'ye dayanmaktadır.
 
Babası Ali Rıza Efendi Osmanlı arşiv kayıtlarında seyyid olarak yazmaktadır.
 
Osmanlı arşivlerindeki evkaf defteri kayıtlarından 1857-1868 tarihleri arasında Selanik'te Evkaf İdaresi'nde, Katib-i Meclis es-Seyyid Ali Rıza Efendi namıyla meclis katibi olarak görev yapmıştır.
 
Evkaf İdaresi'ndeki yılları hakkında Şevket Süreyya şunları yazar:
 
"Zübeyde ile evlendikten sonra Ali Rıza Efendi'nin hayatında olağanüstü bir olaydan bahsedilir. Bu da 1876 Türk-Rus harbinde onun bir gönüllü olarak, Selanik'te kurulan bir yardımcı askerî birliğe katılmasıdır. O zaman bu birliklere asakir-i muavine yani yardımcı askerler veya asakir-i mülkiye derlerdi.
 
On dokuzuncu asrın başlarında (1829) yeniçeriliğin kaldırılmasından sonraki harplerde bu yardımcı birliklere zaman zaman başvurulmuştur.
 
Ali Rıza Efendi'nin katıldığı tabura asakir-i mülkiye taburu denildiği anlaşılmaktadır. O sırada Ali Rıza Efendi'nin Selanik Evkaf Dairesi'nde katip olarak çalıştığı, bu gönüllülük dolayısıyle yapılan araştırmalarla anlaşılmaktadır. Harp dolayısıyle kurulan yardımcı askerler birliğine katılınca, okur yazar olduğu için onu, geçici olarak üsteğmen rütbesiyle vazifelendirmişler."  
 
Kutbu'l-Aktab Kemal


 
Kaynaklarda Mustafa Kemal'in Mevlevî olduğu yazar. Mevlevîliğin Veled ve Şems olmak üzere iki kolu vardır. Veled kolu, Sünnî'dir. Şems kolu ise Bektaşî'dir. Atatürk, Şems kolundan bir Bektaşî'dir.
 
Mustafa Kemal, 18 Mayıs 1911'de Abdülkerim Paşa'ya Gelibolu'dan gönderdiği bir mektupta; Seni gören, seni seven, senin mucizat-ı meveddetini müşahade eden dedegan-ı meşhureden Selanik Meydan Dedesi bu fakir Kemal, yeni bir zemini içtihadın tayini hususunda zat-ı kerimullahdan niyaz eder" demektedir. Yani kendisini, Selanik Meydan Dedesi olarak tanıtır.
 
Yazışmalarında kendine "Kutbu'l-Aktab" da demektedir. Kutbu'l-Aktab, tasavvuftaki en büyük makam olup, irşat makamında doruk noktadaki zat demektir. Kısaca Atatürk seçilmiştir.
 
Kendine Kutbu'l-Aktab demesiyle alakalı bir örnek de Sivas Kongresi sonrasında Kerim Paşa ile yazışmalarında yer alır:
 
Mazhar Müfit Kansu, hatıralarında bunu aktarır: "Muhabere şuydu: Evvela Kerim Paşa dervişmiş, yazılarında hep dervişane bir usul takip ediyordu, mesela ilk sözü 'Paşa'ya söyleyiniz anlar, Hazret-i Evvel karşınızdadır' diye başladı.
 
Mustafa Kemal Paşa da, 'Kutbu'l-Aktab deyiniz anlar' cevabını verdi. (...) Yalnız Mustafa Kemal Paşa, Kerim Paşa'nın dervişliğini söylerdi." 
 
Kutbu'l Aktab bahsi Atatürk'ün kaleminden Nutuk'ta da geçmektedir.
 
Atatürk, İstanbul Hükümeti ile aralarında geçen rüptürün (irtibat kopukluğunun) 15. gününde, yani Eylül'ün 25'inde gelen bir telgraftan bahseder.
 
Telgrafı yazan zat, Genelkurmay tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa'dır. Verdiği bilgi şuydu:
 
"Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa'yı telgraf başına istediler. Dahiliye Nezareti'nin vilayet şifresi ile bir şifre yazdırdılar.
 
Bunun özeti; vatanın kurtulması yalnız padişahın beyannamesindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır.
 
Millî Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükümetle milletin ayrılığı yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Neticede, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle bildirilecek yerde buluşma, bir emrivaki şekline sokularak vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir.
 
Efendiler, ismi geçen merhum Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Çok namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanperverdi. Selanik'te ben yüzbaşı, o binbaşı olarak bir büroda çalışmış, senelerce hususi arkadaşlık etmiştik.
 
Merhumun tavır ve vaziyetinden bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Fakat herhangi bir şeyhe mürit olduğunu bilen yoktur.
 
Çünkü kendisini inançları ve vicdanî değerlendirmelerinde taşıdığı manevî derece bakımından 'Hazret-i Evvel-Büyük Hazret' kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun 'Hazret' 'Kutub' gibi makamlar verirdi. Bana da 'Kutbu'l-Aktab/Kutublar Kutbu' derdi.
 
Efendiler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf birbirini şu sözlerle tanıdı:
 
Sivas: 'Mustafa Kemal Paşa, telgraf başındadır. Kerim Paşa'ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.'
 
İstanbul: 'Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?'
 
Ben: 'Evet, muhterem Kerim Paşa Hazretleri' dedikten sonra; Kerim Paşa, Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne adresini yazdırdı ve 'Paşa'ya söyleyiniz, anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır' sözlerini bir nevi parola gibi ilave etti.
 
Kerim Paşa, 'Zat-ı âlilerinin afiyetleri iyidir inşaallah kardeşim' diye başladı.
 
Kerim Paşa'nın, İstanbul Hükümeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlakının güzelliğinden istifade edilerek nasıl aldatıldığını anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi tekrar ettireceğim.
 
Merhum Kerim Paşa şöyle devam etti: 'Vatanın iyiliği için bütün vatanperver kardeşlerimle ve temsil heyetimdeki can dostlarla görüşmek isterim.
 
Ayağınızın tozuna ulaşmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim.
 
İşte, zat-ı âlinizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde sevindirici bir çözüm inşaallah buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek mühim karışık devreyi Allah'ın lutfu ile kolayca aydınlığa çıkarırız.
 
Bunun için de Allah'ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşidi ile buna dair mühim şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi?
 
Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum?
 
Yere batasıca bedhahların kötülüklerine mani olalım, onları ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız bırakalım. Yalnız hükümet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim ki, ortak ve yüce gaye zaten hep birdir.
 
Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşısında muazzez topraklarımızın korunmasıyla ilgili en büyük vatanperverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz vaziyetin güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak üzere bu muazzez kardeşinizle görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim.
 
Bu teşebbüsüm hakkında, hükümetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini ilave ederim, ruhum!'
 
Efendiler, Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından evvel saat 11'de başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07:30'a kadar tam sekiz buçuk saat devam etti.
 
Kerim Paşa'nın arz ettiğim, sunduğu ilk telgrafına cevap verirken biraz da onun tarz ve üslubuna uymuş olduğum görülecektir.
 
Cevabımda ben de böyle başladım: 'Kerim Paşa Hazretlerine, Kutbu'l-Aktab' deyiniz anlar' diye başladıktan sonra, 'Şimdi cevap veriyorum' dedim.
 
Pek muhterem ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretlerine. Elhamdülillah sağlığım yerindedir. Büyük ve necip milletimizin meşru haklarını idrak etmiş ve onu muhafazaya ve müdafaaya bütün mevcudiyetiyle girişmiş olduğunu görmekte pek mesudum. Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen arzuya samimiyetle teşekkür ederiz.
 
Fuat Paşa Hazretleri aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın içindekilerini öğrenmiş bulunuyoruz.
 
Dayanak noktası olarak kabul buyurulan beyanname ile ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ile arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu, azıcık bir düşünme ve inceleme ile anlaşılacak açıklıktadır.
 
Padişahın kalbini derin üzüntülere boğan ahval ve hareketler, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey, Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Anakara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey tarafından işlenen kötülükler tarafından ortaya konulmuştur.'" 
 
Atatürk'ün bahsettiği telgraflaşma bahsinden, Kerim Paşa'nın 'Büyük Kutub' olarak bilindiği ve Mustafa Kemal Paşa'ya da, "Kutbu'l-Aktab/Kutupların Kutbu" şeklinde bir makama layık görerek hitap ettiği anlaşılmaktadır." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 123-25)