MÜŞRİKLERİN TELAŞI -I…..

       İslamiyet’in güç kazanması karşısında ne yapacaklarını şaşıran müşrikler, sadece işkencelerle yetinmiyorlardı. Hz. Peygamber’i ve ashabını yıldırmak için şeytanca teklifler, istekler ve sorular ha­zırlıyorlardı.

<MÜŞRİKLERİN TELAŞI -I…..

Utbe b. Rebia müşriklere, Hz. Peygamber’e davasından vazgeç­mesi karşılığında mal, makam ve kadın vaad edilmesini teklif et­miş, onlar da uygun görmüşlerdi. Utbe, Hz. Peygamber’e gelerek; “Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan Sana hisse ayıralım; hepimizin en zengini ol. Eğer bir şeref peşinde isen, Seni kendimize reis yapa­lım. Yok eğer bu, Sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmediği bir evham, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirelim; Seni tedavi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım.”

Hz. Peygamber, onun sözlerini sonuna kadar dinledikten sonra ‘Besmele’ çekip, Kur’an-ı Kerim’den biraz okudu. Okuması bitin­ce Utbe’ye dönerek tek bir şeyi düşünüyordu: Uyanmaları, irşad olmaları, Hakk’ı tanımaları. Demek ki; dünya nimetlerine dalmış insanlar, dava erlerini kendileri gibi görüp o tarzda muamele ede­bileceklerdir. Dava eri ise, bunlardan asla yılmayarak; Peygamberî bir tavır ve şefkatle muhatabına yaklaşmalı; hak ve hakikati anlat­maktan geri durmamalıdır.

Utbe, dinlediği ayetlerden çok etkilenmişti. Müşriklerin yanına döndüğünde; “Vallahi ben ömrümde benzerini hiç işitmediğim bir kelam işittim. Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de keha­nettir!” dedikten sonra onlara, Muhammed (s.a.v.)’in peşini bırak­malarını tavsiye eder tarzda bir konuşma yaptı.

Hz. Resul hak bir peygamber olmasaydı, onların teklifini kabul eder; o kadar sıkıntı ve eziyete katlanmak zorunda kalmazdı. Buna rağmen müşrikler, O’nun samimiyetine inanmamışlar ve; “Seni de sözleriyle büyülemiş” diyerek, Utbe’ye kızmak nasipsizliğini gös­termişlerdi.

Bu tekliflerinden netice alamayan Kureyşliler, başka bir şey­tanlık düşündüler. Peygamber Efendimiz’e; “Rabbine dua et! Safâ tepesini altına çevirsin. O zaman Sana inanır ve tasdik ederiz” şek­linde bir teklif getirdiler. Gayeleri, Allah Resulü’nü gözden düşür­mekti. İstekleri yerine gelmeyince, “Biz, O’nun yalancı olduğunu biliyorduk” diyerek nefislerini tatmin edip kalplere şüphe tohumu ekeceklerdi. Düşünceleri süfli; gördükleri karşılık ise, yine çok ulvi idi. Cebrail (a.s.), iki şık sundu Allah Resulü’ne: Ya, Allah, o tepeyi altın yaptığında yine inkâr ederlerse, korkunç bir azaba çarptırıla­caklardı; ya da Allah, onlara tevbe ve rahmet kapılarını açık bıra­kacaktı.

Hz. Paygamber, engin merhametini bir kez daha gösterdi ve şöy­le dua etti: “Allah’ım! Onların isteklerini yerine getirme. Kendile­rine rahmet ve tevbe kapılarını açık bırak.” Daha önce, Salih Peygamber'den, kavmi, aynı gayeyle dağdan bir dişi deve çıkarmasını istemiş; bu takdirde iman edeceklerine, deveyi öldürmeyeceklerine söz vermişlerdi. İstekleri yerine geldiği hâlde sözlerinde durmamış; akıbet olarak korkunç bir azaba çarp­tırılmışlardı.

Hz. Peygamber bu duasıyla, kavmini büyük bir azaptan kolla­mış oluyordu. Bu ulvi niyet ve duadan habersiz olan kavmi ise, bu lutuf karşısında O’na, kendisini sahtekâr görerek mukabelede bulunma nasipsizliğini gösteriyordu. Şunu da hemen belirtelim ki; müşrikler, daha önce Hz. Peygamber’den ay’ı ikiye yarmasını iste­mişlerdi. Hz. Peygamber onlara; “Şayet bunu yaparsam, iman eder misiniz?” diye sormuş ve; “Ederiz” cevabını almıştı. Peygamber Efendimiz, mübarek parmaklarıyla aya işaret eder etmez, Ay ikiye bölünüverdi. Bu apaçık mucizeye rağmen müşrikler; “Bu, ancak bir sihirdir” diyerek Hz. Peygamber’i yalanladılar. Sihir olduğun­dan emin olabilmek için, dışarıdan şehre gelmiş olanlara, hadise­ye yolda şahit olup olmadıklarını sordular. Misafirler de, aynısını gördüklerini itiraf etmelerine rağmen, şirkle gönlü kararmış olan bu insanlar; “iman edeceğiz” diye söz vermelerine rağmen inanma­dılar. Üstelik bununla da kalmayıp, “Ebu Tâlib’in yetiminin sihri, gökyüzüne tesir etti” diyecek kadar ileri gittiler.

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmeten li’l-Alemin cilt 1 Kitabı sayfa : 235 /239

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

Devam edecek