Müslümanların mağlubiyetlerinin sebepleri.....

Zaferi davet eden sebepler, vasıflar bozulduğunda karışıklık, panik baş göstermekte, mağlubiyet alametleri tezahür etmektedir.

<Müslümanların mağlubiyetlerinin sebepleri.....

"Az bir topluluk olsalar bile, samimiyetle inanmış orduların; sayıca çok, maddî güç olarak teçhiz edilmiş nice bâtıl dava sahibi orduları mağlup ediş sebeplerini vurgulamağa çalıştık.
 
Söz konusu vasıflar tahakkuk ettiğinde Cenâb-ı Hak, zaferi müyesser kılmaktadır. Bunun tersi de aynen vâkidir. Yani, zaferi davet eden sebepler, vasıflar bozulduğunda karışıklık, panik baş göstermekte, mağlubiyet alametleri tezahür etmektedir.
 
Şimdi, mağlubiyeti hazırlayan temel sebeplere işaret edelim:
 
İmandaki zafiyet
 
Zaferlerin temel sebebi, imandaki katiyyet ve köklülüktür. Ondaki zayıflık ve zafiyet ise savaşın gidişatını bir anda değiştirir. Böyle anlarda Cenâb-ı Hak, inanmış da olsalar, kalplere ürkeklik ve korkaklık, düşmana da cesaret verir ki, işte bu, mağlubiyetin başlangıcıdır.
 
Bu hallerde mü`minlerin, kendilerine gelip Allah`ın vaadine güvenmeleri, imanlarını yenileyip canlı tutmaları şarttır. Sünnetullah öyledir ki, inanan ve sonra da imanında sebat edenler mutlaka İlahî yardıma mazhar olurlar; şüpheye düşen veya imanında zafiyet gösterenler ise bu yardımdan mahrum olurlar.
 
Niyet, ihlâs bozukluğu
 

 
Savaşta niyet i`lâ-yı kelimetullah, ihlâs ve rıza-i Bari uğruna mücadele etmektir. Bu espri bozulduğunda Cenâb-ı Hak, mü`minler üzerinden desteğini çeker, karışıklık ve bunalım başlar, kalplere korku düşer.
 
Nitekim Uhud`da ve Huneyn`de ganimet toplama arzusu ve mü`minlerin çokluklarıyla gururlanmaları karışıklık ve paniğe sebep olmuştur. Eğer söz konusu savaşlarda tashih-i niyet ve ihlâs ile derlenip, toparlanma olmasaydı karışıklık ve panik geçici olmayıp mağlubiyete dönüşebilirdi.
 
İtaat ve disiplinin; birlik ve beraberliğin bozulması
 

 
Bu da karışıklık sebebi, mağlubiyet alâmetidir. Nitekim Uhud`daki bunalım ve karışıklığın sebebi; başta merkezî otoritenin meyil ve iradesine ters düşmek, savaş esnasında emre itaatsizlik ve ganimet toplamak derdine düşmektir.
 
Bu sebepler i`lâ-yı kelimetullah mantığına ters düştüğünden adalet-i İlahînin gereği olarak panik ve karışıklık kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
 
Savaşta itaat, disiplin, birlik ve beraberlik büyük önem taşımaktadır. Bu bozulduğunda, mağlubiyet sebepleri baş göstermiş demektir. Bu bozulduğunda, derlenip toparlanma olmaz ise mağlubiyetle karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır.
 
Güç, kudret ve zaferi Allah`tan bilmek hususunda zafiyet göstermek
 
Bu hususta da zafiyet baş gösterdiğinde yine felâketler arka arkaya gelmeğe başlar. Maddî güç ve zâhir sebepler savaşta asıl unsur değildir. Tevhidi anlamak, her şeyin Allah-u Tealâ`nın elinde olduğunu bilmek gerekir.
 
Sabır ve sebat göstermemek; kararsızlık ve istikrarsızlık
 

 
Bu da karışıklık sebebi ve mağlubiyeti celbeden bir amildir. Mü`minler bu tip zaaflarla karşılaştıklarında; hemen kalben ve lisânen Allah`a münacaatla dayanma gücü ve istikrar istemelidirler. Nitekim Uhud`da, Hendek`te, Huneyn`de ve Mûte`de hep aynı toparlanmayı ve arkasından da zaferleri görüyoruz.
 
Bu tashih ve kendine gelme, anında ve ortamında yapılmalıdır. Bu işin gecikmeğe tahammülü yoktur. Allah, düşülen hatanın neticesini anında gösterir.
 
Eğer tedbir alınmaz, düzeltme yapılmazsa felâket büyüyebilir. Sünnetullah, âdet-i İlahî ve adalet-i İlahî, kimsenin iradesine bağlı olarak değişmez. Ezelî ve İlahî düsturlara öncelikle mü`minler itaat etmeli, hayattaki muvaffakiyetlerin sebeplerini ve bu sebeplere yapışmanın ehemmiyetini çok iyi bilmeli ve onlara ittiba etmek temel görevimiz olmalıdır. Bununla beraber, her muvaffakiyetin Allah`ın kudret elinde olduğu da asla unutulmamalıdır.
 
Tehlikenin en büyüğü: nifak ve münafıklık
 

 
İslamiyet`in Mekke döneminde, inananlar ve inanmayanlar olmak üzere iki grup insan vardı. Mü`minler büyük işkencelere tâbi tutuluyor, baskı görüyorlardı. Mekke döneminde, Müslümanlar arasında, münafık sınıfı yoktu. Çünkü, Mekke devri, bir çile ve meşakkat devriydi.
 
Ancak Medine devri farklıydı. Çünkü bu devirde, İslam bir yurt bulmuş, Allah`ın hükmü ve şeriatı hâkimiyet kazanmıştı. Münafık grubunun ortaya çıkışı da işte bu devreye rastlar.
 
Düzelen şartlar, Mekke devrine kıyasla artan imkânlar; İslam`ın güç kazanmasından ürken bu bencil, korkak ve zayıf karakterli insanların, Müslüman kisvesi altında, mü`minler arasına nifak sokmaya başlamalarına sebep olmuştur.
 
Aslında; kâfirlerle münafıklar arasında, düşmanlık ve küfürde bir fark yoktur. Şu var ki, münafıklar yalancıdırlar ve Müslümanların arasına nifak sokarlar.
 
Bu sebeple Müslümanlar, İslam`a açıktan düşmanlık gösteren kâfirlerden daha ziyade bu münafık grubundan zarar görürler. Nitekim Cenâb-ı Hak, Münafıkûn Sûresi`nin 4. ayetinde buyuruyor: "Onları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa, sözlerini dinlersin. Onlar, sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakının. Allah, onları kahretsin! Nasıl olup da, döndürülüyorlar!"
 
(…) Münafıkların, Müslümanları bölmek ve aralarına düşmanlık sokmak için giriştikleri faaliyetlere pek çok örnek gösterilebilir. Bu örnekler bize, münafıkların belli başlı özelliklerini göstermektedir. Bunlar her devirde aynıdır ve her devirde Müslümanlar, münafık tipinin karakter özelliklerini iyi tespit ederek, ona göre tedbirli davranmalıdırlar." (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmet-el lil Alemin eserinden) H: Akın Aydın