"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle?" dedi.
07-06-2024Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir." buyurdu. O zat: "Doğru söyledin." dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.""Bana imandan haber ver?" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.): Âllah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer: "Bana ihsandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): " Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür." buyurdu. O zat: Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekleyen sahabe sonunda Allah Rasûlü sahabeye O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musunuz?" dedi.
Sahabe "Allah ve Rasûlü bilir." dedi."O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti." buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1). Bu hadisi şerifte İhsan oktası tasavuftur. Yapılan tüm ibadetlerde ihsan noktası olmadan yapılan ibadetler arasında çok fark var.Misal namaz kılan mü’min Allah’u ekber diyerek namaz’a başlar bütün dünyalık işlerini düşünür borçları, dertleri v.s aklına gelir selam verince tekrar namaz da olduğunu hatırlar.İhsan (tasavvuf) ehli her an Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ettiğinden namazı huşu içinde Rabbi ile görüşe, randövüye gelmiş gibi ede eder.Tasavvuf olmadan gerçek manada ibadet olmaz.Her fenin bir alimi var tasavvuf ilmininde alimi Mürşid-i Kamillerdir. İnsanın kâmil hâle gelmesi, ahlâkının güzel olması, bir yardımcı, bir öğretici, bir terbiyeci olmadan mümkün olamaz. Çünkü o nefsin zemime tarafının idam edilmesi lazım. Bir insanın boğazına geçen halka ne ise, o huyların, o tabiatın tamamen yok olması da odur. Yani insan, karakterini inkâr edecek. “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülükler denarındıran, size Kitâb’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara: 2/152)
Görevleri insanları irşad etmek olan insan-ı kâmiller bazen dilleriyle, bazen elleriyle, bazen dualarıyla, bazen tarif ettikleri virdlerle,bazen ikazlarla, gönüllerdeki rahatsızlıkları tedavi edip insanların Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olmalarına vesile olurlar. (Gerçekten O mürşid’e mürid olanlar için) Her insan hadiselere bir gözlükle bakar. İşte bütün gözlükler, ölçüler insanın içinde gizli. Buna “mikyas” denir. İnsanlar iç tabiatlarındaki o mikyaslarla olaylara bakıyorlar. Hadise ne olursa olsun, onu o mikyaslara vuruyorlar. İnsana göre doğru yanlış içindeki ölçülerdir. Ona uyuyorsa doğrudur, uymuyorsa yanlıştır. İşte Allah’ın Sevgilisi, önce insanın iç tabiatını temizliyor; onu ölçü sahibi yapıyor. O, Allah’ın murat ettiği kul oluyor. “Ey imân edenler! Allah Teâlâ’dan korkunuz ve sâdıklar (doğrular) ile beraber olunuz.” (Tevbe: 9/119)
Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerimede “herkesle olun” ya da “Müslümanlarla olun” demiyor, “sâdıklarla/doğrularla olun” diyor. Onun da sıfatı var; o seçilmiştir, sevilmiştir. Bu farklı bir insandır. Onlar, Hak dostlarıdır, sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, zikir, hizmet ehlidirler. Yani başkaları gibi tembel, tembel yatıp uyumazlar. Gayretlidir, himmetlidir, çalışır, kazanır, dağıtırlar. Komşusuna, dostuna, akrabasına, milletine, devletine, vatanına her şeyine faydalı bir mü’mindirler. Hüda-i nabit gibi bir insan değildirler. İşte onlar bu âyette geçen “Allah’ın beraber olmayı emrettiği” sâdıklardır. Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: “Onların yüzlerinde secde eseri vardır…” (Fetih: 48/29) “Dikkat edin! Sizin en hayırlı olanınızı size haber vereyim mi?” Ashab, “Evet ey Allah’ın Resûlü bildir” dediler. “Sizin en hayırlınız öyle kimselerdir, görüldüklerinde Allah hatırlanır.” ( İbn Mace, 37/Zühd, h.no: 4119; Câmiu’l-Beyan, Taberî, c.7, s. 170; Durrü’l-Mensur, Suyûtî, c.4, s.370)
“(Ey Rabb’imiz!) ...bizim için kendi tarafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur...” (Nisa: 4/74)
Ayetler de bahsedilen veli kullar Mürşid-i kamillerdir. Mürid, Fena fi’ş-şeyh ile yolculuk başlar. Fena fi’ş-şeyh mürşidin muhabbetinde yok olma, erime ve kaybolma demektir. Onda yok olma ile başlayan bu hâl, sonsuz teslimiyeti gerektirir. Yaptığı işlerde hikmetler aranır. Kusurlar “ene”ye mâl edilir. Teslimiyetin esas olduğu bu yolculukta mürşidin kâmil olması gerektir. İslam’ı yaşaması ve dava etmesi onun ana meselesidir. Bu zâtın hâli Allah tarafından bir elbise gibi ona giydirilir. Bu zâtın Mülkün Sahibinden “irşad etme” emri alması zaruridir. O bakımdan, bir insanın bir cemaat tarafından mürşid olarak seçilmesi yanlıştır. Sâlike ilk nazar fenâ fi’ş-şeyhde olur. Gerçek manada teslimiyet Cenâb-Hakka’dır. Mürşid vesiledir. Sâliğin mürşidine teslim olması lâzımdır.Kâmil insanın nazarı ile vuslat başlar. Varlık âleminden geçip ‘Mutlak Varlık’a varmak için yapılan yolculuğa seyr ü sülûk denir. Vahdet şerbetini içmiş büyüklerin ifadesiyle; varlığı yoklukla neticelemeyi gaye edinmiş yolculuktur. Mürşid-i Kamil bu yolda mürüdlerini imtehan eder. Mürşidine teslim olan bir sâlik kısa bir zamanda terakki eder, yüksek derecelere yükselir. Mürşidinin kararlarını, seçimlerini eleştirmek aslında mürşid ile bir bağının kalmadığının işaretidir.Mürşid'i Kamiller ilham yolu ile Allah'a bağlıdır attıkları her adım hesaplı ve planlıdır. Allah dostlarına tabi olanlar vefatından sonra nasılsa o yok zaten o dedikleri sağ iken geçerliydi diyenlerin yol üzrere olmadıkları malumdur. Resullahta yok o zaman onun getirdiği dinede uyma. Mürşide teslim olamayanın, ibâdeti daha fazla olsa dahi tereddüdü, şüphesi olduğu için, gönül âleminden bir nasib alamaz, alsa dahi noksan olur.
Mürşid-i Kamillerin tasarrufu kıyamete kadar devam eder. Ahirette şefaat istemeyi umanlar Mürşid-i öldü saymayanlardır. Ne diyor Yunus Emre 'ölen fani imiş aşıklar ölmez' Ölen cesettir ruh ölmez. Rabıtada şüpheye düşenler genelde hayatında hiç rabıta yapmayanlardır. Rabıta kısaca anlatmak gerekirse: Allah'tan gelen aşkın, feyzin ve tecellisinin Hz.Muhammed s.a.a kalbine, O'nun kalbinden İmam Alinin kalbine silsileyi takip ile zamanın sahibinin kalbine O'nun kalbinden senin kalbine Allah'ın tecellisinin, nurunun aktığını tefekkür etmektir. O halde Resulullah s.a.a , İmam Ali, kısaca sonuncu Allah'ın velisine kadar olan silsiledeki insanlar hayatta mı? Demekki neymiş rabatı ruha yapılmaktadır cesete değil. Ölüye rabıta yapılmazdan kasıt uydurma kökü Resulullaha dayanmayan İslam tahripçileri tarafından suni olarak uydurulmuş yollardır. Mürşid-i Kamil'in rıhletini fırast bilip lal iken bülbül olanlar kadar kim hain olabilir ki. Cin olmadan adam çarpmaya kalkan zavallılar. Hayri babadan bir talebesi mürşidlik ister. Hayri baba durumundan haberdardır. Hayri baba derki kaç saat secdede kaldım yalvardım ona çavuşluk bile vermediler dedi. Çavuşluk: Sohbet yaptıran demektir. Tasavvuf yolunda senin istemenle olmaz bu işler seçimle olur. Mürşidinin kararlarını, seçimlerini sorgulayan O Mürşide değil evlat olsa, olsa müridçilik oynayan ajan olur. Teslimiyet sorgulamayı reddiyedir.