Dünden devam edecek
- Bizans ordusu paniğe kapılmış, dengeyi kaybetmiş ve karışıklığa sürüklenmişti. Psikolojik olarak çökmüştü. Soğuk harp açısından Müslümanlar öyle bir zafer kazanmışlardı ki, Bizans ordusu, toparlanıp hücum edecek gücü kendisinde bulamamıştı.
19-04-2022- Burada insan, Resulûllah’ın tayin ettiği üç komutanın muvaffak olması lazım geldiğini düşünebilir. Esasen muvaffak da olmuşlardır. İslam’da muvaffakiyetin tek şartı Allah yolunda olmaktır. Mühim olan, bu yolda emre uymaktır. Emre uyulmuş, istenen itaat gerçekleşmiştir. Gerisi kader-i İlahînin cilvesidir. Mühim olan Allah’ın hesabıdır ve mü’minin bu hesaba rıza göstermesidir.
Mûte Savaşı’ndaki başarı Allah’ın iman sahiplerine olan lutfunun önemli bir belgesidir. Cenâb-ı Hakk’ın, samimiyetle inanıp Hak yolda mücadele eden kullarına yardım ve lutufları vardır. Bedir’de, Uhud’da ve Hendek’te ve diğer harplerde bu İlahî yardımlara şahit olunmuştur. Hak yolda ihlâsla mücadele eden kullar, hangi devirlerde olurlarsa olsunlar, bu İlahî yardımlara muhakkak muhatap olacaklardır. Bu bir sünnetullahtır ve Allah’ın vaadidir. Mûte’de, işte bu İlahî yardım galip geldi; kâfirlerin, Müslümanları bir anda çember içine alıp yok etmeleri çok kolay iken, Allah bunu onlara yaptırmadı. Çünkü, mücahidler sayılara, güç dengelerine değil, Allah’ın kendilerine olan vaadine ve cennet müjdesine güvenerek sarsılmaz bir imanla çarpışıyorlardı. Bu gerçeği, Abdullah b. Revâha’nın şu sözüyle teyid edelim: “Savaşan, ‘güç’ler değildir. Müslüman, sadece Allah’ın lutfettiği mübarek bir dinin verdiği şevkle savaşır.” Abdullah b. Revâha, bu sözü, Hıristiyan güçlerin sayıca çokluğunu gördükleri zaman bir istişare sırasında söylemişti. Burada, Müslümanın, hayatî tehlikeye bile girse, aldığı emri yerine getirmekteki kararlılığını görüyoruz. Ve diğer insanların komutanlarına itaatteki samimiyet ve teslimiyetini görüyoruz. Gerçekten Mûte Savaşı, zâhirî ölçülere göre bir intihar anlamına geliyordu. İstişarede şöyle bir fikir gelişmiştir: “Tedbir alınsa, durum Resulûllah’a haber verilse geri dönülse.” Fakat imandaki kararlılık, itaatteki teslimiyet, bu görüşü geçersiz kıldı. Çünkü, mü’minin hesabı, Allah rızasına dönük ve ahirete yöneliktir, zâhirî ve nefsanî ölçülere göre değil.
Savaşa başlamadan önce İslam’ın tebliğ edilmesinin emredilmesi, İslam’a göre savaştan maksadın (tebliğ) olduğu ve savaşa son çare olarak başvurulduğunu gösterir. Savaştaki bu mantık, İslam’ın dışındaki hiçbir görüş ya da düşüncede gösterilemez.
Nihayet mukadder son başlıyor; yeni bir iman-küfür kavgası kızışıyordu. Allah Resulü’nün tayin ettiği iman eri üç komutan art arda şehid oluyordu. Heybet, hikmet ve ibret dolu bir manzara… Bu şerefli mücadelede dikkat çeken bir husus, Abdullah b. Revâha’nın durumudur. O büyük insan, bir an gaflete düşüyor, savaş meydanında ailesini ve Medine’deki hurma bahçesini düşünüyordu. Onun mâsivaya olan bir anlık yönelişi, harp meydanında tereddüdüne ve geri adım atmasına sebep oluyordu. Fakat bu kritik anda, derhal kendi kendini ikaz ederek toparlıyor; Allah’ın vaadini hatırlayarak düşman üzerine atılıyor ve şehadet mertebesine ulaşıyordu. Ancak onun bir anlık tereddütü, daha önce şehid olan kardeşleri Zeyd ve Câfer’den cennette biraz ayrı kalmasına sebep oluyordu. Cennete doğru yavaş yavaş ilerleyebiliyordu.
Abdullah b. Revâha savaş meydanındaki tereddütünü izale ettikten sonra şöyle demişti: “Şahid olun arkadaşlar! Medine’deki bütün mallarımı Beytü’l-Mal’e bırakıyorum.” Daha sonra kendi kendine şöyle söylenmişti: “Ey nefs! Sen cennete kavuşmak istemiyorsun. Ben ise, savaşa savaşa oraya varacağım.” Bu olayda en önemli ders şudur: İnsan, Hakk’a hizmet yolunda dünyaya, rahata, kısaca mâsivaya meylederek samimi olduğu halde tehlikeye düşebilir. Kişi bu konuda çok hassas olmalı; her an, içindeki nefis denen şer güce aldanabileceğini unutmamalıdır.
Prof.Dr. Haydar BAŞ Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa : 277 /282
Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir
Devam edecek