Malazgirt ve 30 Ağustos’un ruhu. (Prof.dr.Haydar Baş’ın Kalemin’den).....

Mustafa Kemal, 'Ya Rabbi! Sen, Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme'.

<Malazgirt ve 30 Ağustos’un ruhu. (Prof.dr.Haydar Baş’ın Kalemin’den).....

26 Ağustos; Malazgirt Meydan Muharebesi'nin zafer günü ve Türkiye'nin düşman işgalinden temizlenmesinde önemli bir dönüm noktası olan Büyük Taarruz 'un başlangıç tarihi.
 
Büyük Taarruza geçmeden her iki zaferde de Ehl-i Beyt nefesi olması münasebetiyle ikisinden de bahsederek başlayalım.
 
Bizans İmparatoru Romen Diyojen, Ayasofya Kilisesi'nde düzenlenen bir törenle 13 Mart 1071'de Selçuklulara karşı savaşmak üzere 200 bin kişilik bir orduyla yola çıkmıştır.
 
Bu esnada Fatımî vezirinin daveti üzerine Mısır'ı almak için sefere çıkan Selçuklu Sultanı Alparslan, Diyojen'in büyük bir ordu ile Erzurum yönünden Anadolu'yu işgal ettiği haberini alınca Mısır seferini yarıda keserek, Anadolu'ya döndü. 50 bin kişilik Selçuklu ordusu, 26 Ağustos 1071 günü, Cuma namazından sonra taarruza geçti.
 
Alparslan'ın zafere ulaşmasında, Diyojen'in ordusunun sağ kanadını oluşturan Tamiş isimli Türk komutanın, askerlerinin Selçuklu tarafına geçmesi etkili olmuştur.
 
Aynı zamanda Diyarbakır ve Silvan yöresinde 983 senesinde kurulmuş olan Müslüman Mervani Kürt Devleti de 10 bin askerle Alparslan'a katılarak zafere katkıda bulunmuştur.
 
Anadolu'da Kürt, Türk, Keldanî, Yezdanî vs. etnik grupları Hacı Bektaş'ın ve irşat ekibinin Müslüman Türk kimliğinde birleştirdiğini hep hatırlatıyoruz.
 
İşte Selçuklu ordusu, Anadolu'ya girdiğinde 10 bin askerle ona yardım eden Mervani Kürt Devleti de, zaferden yaklaşık 40 sene evvel Horasan, Türkistan ve Nişabur'dan gelerek burada irşat vazifesini icra eden Horasan erenlerinin etkilediği devletlerdendir.
 
Yesevî-Ahi dervişleri, Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-i Rum ve Alperen olan bu Horasan erenleri, Anadolu'daki medeniyetin görünmez yapı taşları olmuşlardır.
 
Aynı yapı taşı Mustafa Kemal'in başında bulunduğu kurtuluş mücadelesinde de etken güçtür.
 

 
Kuvva hareketi Mustafa Kemal'in, Samsun'a çıkmasından evvel, İzmir'in işgali öncesinde ve sonrasında din adamları ve hocaların manevî sohbetleri ile bölgesel olarak başlamış; Sivas Kongresi sonrasında Mustafa Kemal'in başkanlığında vatan sathında kurtuluş  savaşına dönüşmüştür.
 
Kendi de bir Bektaşî olan Atatürk'ü, Samsun'a çıktığında Hacı Molla karşılamış, Kurtuluş Savaşı'nda en büyük desteği din adamlarından görmüş, hatta 1. Meclis'in milletvekillerinin büyük çoğunluğu şeyhlerin, müftülerin yer aldığı bu maneviyat ehlinden teşekkül etmiştir.
 
Hacı Bektaş'ın huzurunda yapılan, "Evladını önüme aldım savaşa çıkıyorum, beni mahcup etme" duası da düşünüldüğünde; Ehl-i Beyt nefesi Mustafa Kemal'in hep yanında olmuştur.
 
Büyük Taarruz 'un başladığı 26 Ağustos gününden itibaren yanında olan ve onun Kocatepe'deki halini anlatan yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor:
 
"28 Ağustos'ta bizim Kocatepe'deki topçu ateşimiz başladığı zaman, Mustafa Kemal, 'Ya Rabbi! Sen, Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme' dedi. O anda gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü gördüm."
 
30 Ağustos 1924 tarihinde, 30 Ağustos Muharebesi'nin 2. yıldönümü üzerine Dumlupınar'daki nutkunda zafere giden savaşı Atatürk şöyle anlatır:
 
"Beş gün fasılasız geceli gündüzlü devam eden bu büyük meydan muharebesinde, beni milletim, Türk milleti emniyet ve itimadına layık görerek bu harekatın başında bulundurdu.
 
Efendiler, 1922 senesi Ağustos'unun 30. günü saat ikide şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. (…)
 
29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı, ordularımız düşmanın mühim kuvvetlerini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Türk'ün hakiki kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşası ile doğacaktır.
 
Fevzi Paşa hazretlerinden bizzat Altıntaş ve güneyinden hareket eden 2. Ordumuzun ve bunun daha batısında bulunan süvari nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim bulunmasını kendilerinden rica ettim.
 

 
4. Kolordusu ile hedeflediğimiz düşmanın ana kısmını güneyden takip eden 1. Ordu Karargahı'na da ben, bizzat gidecektim. 4. Kolordunun bütün fırkalarıyla ve suret ve şiddetle işte bu köyün, Çal köyünün batısındaki düşmanın ana kısmını kuşatacak surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilave ettim ki, düşman ordusu mutlaka imha olunacaktır.
 
Bizzat Trikopis ile beraber bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyiniz, dedim. (…) 4. Kolordu'nun fırkaları doğudan batıya güzergâhımızı kastederek seri adımlarla ilerliyorlardı.
 
11. Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileri atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevziine ilerliyordu.
 
Kolordu Kumandanı Kemaleddin Paşa güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye harekatı şiddetlendirmek ve hızlandırmak için emirlerini ulaştırıyordu.
 
2. Ordunun 16. ve 61. Fırkaları düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da kuşatma dairesini farlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum. (...)
 
Artık toplarının, tüfeklerinin, mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Türk süngüleri düşman dolu o hatta hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı.
 
Tamamen mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitlesi bulunuyordu. (…) Ertesi gün tekrar muharebe meydanını dolaştığım zaman o karşıdaki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunaklı ve gizli yerler; bırakılmış toplarla, otomobillerle ve sonsuz teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukatın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargâhımıza sevk olan sürü sürü kafilelerle hakikaten bir mahşeri andırıyordu. (...) Çal köyüne girebilmek için yalnız Sakarya'dan itibaren sarf ettiğimiz zaman bir senedir.
 
Yeni Türk Devleti'nin, genç Cumhuriyetin temelleri burada sağlamlaştırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçan şehit ruhları, devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır.
 
Bu muazzam zaferin muhtelif etkenleri üzerinde en mühimi ve en yükseği, Türk milletinin kayıtsız şartsız hakimiyetini eline almış olmasıdır."
 
Ve Atatürk'ün zaferle taçlanan kurtuluş mücadelesi hakkındaki bu nutkunda bir savaş tanımı var:
 
"Meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleri ile, ilim ve fen sahasındaki seviyeleri ile ahlaklarıyla, kültürleriyle kısaca bütün maddi ve manevî kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır.
 
Netice, yalnız cismanî kuvvetin değil, bütün kuvvetlerin; bilhassa ahlaki ve kültürel kuvvetin üstünlüğünü ispat derecesine vardırır." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 515) H: Akın Aydın