MADDİ GÜCÜ ZAYIF NİCE AZ TOPLULUKLARIN, MADDETEN KUVVETLİ NİCE ÇOK TOPLULUKLARA GALİP GELMESİNİN SEBEP VE HİKMETLERİ - I

  Tarih, inanan ve inanmayan insan topluluklarının varlığı yanın­da, hak ve bâtıl güçlerin pek çok çatışmalarına sahne olmuştur. Bu çatışmaların maddî ve manevî olmak üzere iki boyutu mevcuttur. Savaşlarda maddî güç dengesi söz konusu olduğunda hiç şüphesiz ki, fizik konuları geçerlidir. Buna göre, kuvvetli olan zayıfı mağlup eder. Kuvvetlinin galip gelme şansı, maddî güç olarak zayıf olan tarafla olan farkı ile doğru orantılıdır. Nitekim fizikte, ‘çatışan iki zıt kuvvetin bileşkesi, kuvvetler arasındaki farka eşittir’ diye tarif edilmektedir.

<MADDİ GÜCÜ ZAYIF NİCE AZ TOPLULUKLARIN, MADDETEN KUVVETLİ NİCE ÇOK TOPLULUKLARA GALİP GELMESİNİN SEBEP VE HİKMETLERİ - I

Tarih boyunca hak ve bâtıl güçlerin çatışmalarına baktığımız­da; söz konuş fizikî kanunların geçerli olmadığını; bütün maddî güç dengesizliğine rağmen, inanmış az bir topluluğun bâtıl üzere harp eden sayıca ve maddî güç olarak kuvvetli topluluklara galip geldiğini görüyoruz. Tarihte bunun pek çok örnekleri mevcuttur. Tâlud’un, inanmış az bir kuvvetle Câlut’u yenmesi; Bedir’de 300 kişinin 1000 kişilik bir müşrik ordusunu mağlup etmesi; Uhud’da düşmana göre maddî yönden çok zayıf olan 700 kişilik iman ordu­sunun, 3 bini aşkın müşrik ordusunu ilk etapta mağlup etmesi ve Hendek’te 3 bin civarındaki İslam ordusunun 10 bini aşkın küfür ordusunu mağlup etmesi, örnekler arasında zikredilebilir. Görü­lüyor ki, inananlar kendilerinden üç-dört misli büyük olan küfür topluluklarını mağlup etmişlerdir. Bunların yanı sıra, Mûte harbi gibi daha şaşırtıcı örnekler de mevcuttur. Mûte’de 3 bin kişilik bir İslam ordusu o zamanın şartlarına göre modern donanımlı 100 bin kişilik Bizans ordusunu mağlup etmiştir. Bu durum, yalnız Asr-ı Saadet’e mahsus değildir. Daha sonraki hak-bâtıl çatışmalarında da aynı gerçeği görmek mümkündür. Malazgirt’te 40 bin kişilik İslam ordusu, 200 bin kişilik Bizans ordusunu mağlup etmiştir. Sırpsındı­ğı’nda, Kosova’da, Niğbolu’da, Varna’da velhasıl bütün harplerde aynı gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Âdeta fizik kanunlarına mey­dan okuyan bu gerçek, bütün savaş sahnelerinde göz önüne seril­mektedir. Bu tarihî bir vakıadır, inkârı mümkün değildir. O halde, bu vakıanın sebep ve hikmetlerine inmek gerekir. Maddî unsur ve saiklerle izahı yapılamayan bu olayın manevî ve batınî sebep ve hikmetlerine inmek zaruri olmaktadır.

Bu gerçeği anlayabilmek için, olaylardaki sebep ve hikmet zin­cirini kavramak lazımdır. Âlemde tevhid esası hâkimdir. Bu âlem, hikmet âlemidir. Her olay bir sebebe bağlanmıştır. Bu sebepler sil­silesi, bir müsebbibü’l-esbâba uzanmaktadır. Âlemde sebeplerin sebebi ve nihaî kaynağı yüce Allah’tır. Bütün sebepler, O’nun kud­ret elindeki ipler mesabesindedir. Âlemde çokluk (kesret) olmasına rağmen, kesrette vahdet vardır. Bu vahdet, Cenab-ı Hakk’ın küllî iradesine tâbidir. Olaylarda cebrîlik olmamasına rağmen her şey, bir ibret üzerine cereyan etmektedir. Her şey, Cenab-ı Hakk’ın küllî iradesine tâbidir. O halde; güç ve kuvvet Allah’tandır; zafer de Al­lah’tandır ve Allah, inananları sevmekte, onlara güç ve kuvvet ver­mektedir. Âlemde genelde geçerli hikmet düsturları olmakla birlik­te, Allah-u Teâlâ’nın samimi mü’minlere lutf u keremi ve yardımı başta gelir. O halde mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etmeli; za­feri O’ndan bilmelidirler.

Bu mühim tespitten anlaşılacağı üzere; hak-bâtıl çatışmaların­da mü’minlerin galip gelmesini sağlayan, maddî güç dengesizliği­ne rağmen onları muvaffak kılan temel vasıflar ve unsurlar vardır. Bunların bazılarına işaret edelim:

 

Prof.Dr. Haydar BAŞ   Rahmetenli'l-alemin cilt 2 Kitabı sayfa :  393 /398

Yazıyı hazırlayan: Gökhan Demir

 

Devam edecek