‘Kuru ekmek ve kaba libasla işler elde edilmez’

Şu kalp sıhhat bulur, temiz olursa, her yerden Hakk'ın kelâmını işitir. Bir yönden değil, şeş (altı) cihetten görür, işitir. O kalp, her nebinin, rasûlün, sıddîkın ve velî kulların gayplerinden gelen kelâmı işitir

<‘Kuru ekmek ve kaba libasla işler elde edilmez’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ

Şu kalp sıhhat bulur, temiz olursa, her yerden Hakk'ın kelâmını işitir. Bir yönden değil, şeş (altı) cihetten görür, işitir. O kalp, her nebinin, rasûlün, sıddîkın ve velî kulların gayplerinden gelen kelâmı işitir.

Kalp kelâm tecellisine erince, Hakk'a yakın olur. Bu yakınlık hayat verir, ölümü de onlardan ayrılıkla başlar. Hoşnut olduğu şey, onunla münacat hâlidir. Hiçbir şeye susuzluğa, çıplak kalmaya, sonradan olan bazı şeylerin elden çıkmasına aldırış etmez.

Hakk'ı dileyen kimsenin hoşnut olması tâatle hasıl olur. İrfan sahibi ve Hak tarafından arzulanan kimsenin sevdiği ise Hak yakınlığıdır. Ey yapmacık işlerle yetinen, anlattığımız işler, içinde bulunduğun şeylerle olmaz.

Bu iş nefsin, hevânın, tabiatın varlığı, gece namazı ve gündüz orucu ile bulunmaz. Halka gösteriş ve cehaletle tutulan oruç fayda vermez; böyle yapılan işlerin yararı bulunmaz.

Yazık oluyor sana; kurtulmak istiyorsan ihlâs sahibi ol. Kuru ekmek yemek ve kaba libasla işler elde edilmez.

Doğru ol, erersin. Hakk'a yakın olursun. Himmetini yüce tut, yükselirsin.

Teslim ol ki selâmet bulasın. Uyar ol, sana da uyulur. Razı ol, senden de razı olurlar. Süratle yerinden kalk. Ötesini Hak Teâlâ senin için bitirir.

Allah'ım, dünya ve âhiret işlerimizi sen idare et. Bizi ne nefsimize ne de halktan birine bırak.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bir kudsî hadîsi şöyle anlatır: "Hak Teâlâ Cibril'e hitaben şöyle der: Yâ Cibril, falanı ayılt, falan da uyusun."

Bu kudsî hadîs iki şekilde tefsir edilir: "Hakkında ayıltma emri verilen, sevgi ehlidir; uyutulması istenen ise sevilmiştir.

Şu adam muhabbetimi iddia eder, onu ayılt. Onunla münakaşa etmek dilerim; tâ ki, Benden gayrisi onun gözünde kalmasın. Onu kaldır; tâ ki, iddia ettiği şeylerin şahitlerini getirsin ve sevgi babında hakikati bulsun.

Öbürünü uyut. O yolumda hayli yorgunluk çekti. Zâtımdan gayrinin varlığı onda vücut bulmadı. Sevgisi uğrumda oldu. Dâva ve şahidini kazandı. Ahdimi yerine getirdi.

Şimdi sıra Bende. Ona yaptığım vaadi yerine getireceğim. O Benim misafirimdir. Misafirden hizmet talep edilmez; yorucu işlere sokulmaz. Onu lütuf köşemde uyutacağım. Fazilet soframda oturtacağım. Yakınlık işimi ona vereceğim. Zâtımdan gayri her şeyi ondan yok edeceğim. Onun sevgisi tamdır. Sevgi işini ikmal eden için, zorluk kalkar."

Bir başka mâna daha: "Onun sesini sevmiyorum; uyut ki, sesini işitmeyeyim. Öbürünün sesini duymak istiyorum, onu da ayılt."

Seven kimsenin, Hak tarafından da sevilmesi için kalbini Mevlâ'dan gayri her şeyden arî tutması gerekir.

Seven kimse, iman, tevekkül, tevhid ve ikan bakımından kemale ererse mahbûb olur. Güçlük gider, rahatlık gelir. En güç iş, Hak tarafından sevilmiş olmakta, O'nun sevgisi kazanıldıktan sonra her şey kolay olur.

Meselâ, bir kimse düşünelim, gece gündüz yol kat eder. Sebebi, bir şahsın sevgisidir. Yolda bin türlü korkulu dakikalar geçirir, yemeye ve içmeye önem vermez, tâ, o şahın kapısına varıncaya kadar böyle devam eder.

Şahın bu gelişten haberi olunca, hizmetçilerini onu karşılamaya çıkarır, ağırlatır. Özel bineklere bindirirler. Sonra hamama götürür, temizler, güzel elbise giydirir, koku sürerler.
Daha sonra şahın huzuruna çıkarırlar. Şah da onu karşısına alır, hâlini hatırını sorar. Mülkünde olan en güzel nimetleri ona verir. Ve onun mahbûbu olur.

O seven kişi, bu güzel hâli bulup şahın sevgilisi olduktan sonra yorgunluk, korku duyar ve geldiği yere dönmek diler mi? Nasıl dilesin, dilemez. Çünkü orada yerli oldu. Hayatı emniyet altına alındı.

İşbu misal bir kalbedir. Kalp, Hakk'a vasıl olduktan sonra Hak yakınlığından bir yer alır, Hakk'a münacat eder. O'nun yanında emin olur. O'nu bırakıp başkasına gitmeyi artık istemez.
Kalbin bu makama çıkması için farzları eda etmesi gerek. Haram ve şehevî şeyleri yapmaması icap eder. Mubah ve helâl olan kısmı ise, varlıkla, şehvetle, hevâ ile almaması gerekir.
Bu hâle ermek için şifa veren verâ hâlini bulmak, tam bir yeterlik duygusuna sahip olmak lazım olur.

Zühd ve verâ, bu yolda önce yapılması gereken küçük işler sayılır. Büyüklerine gelince, onlar da Hakk'ın zâtından gayri şeyleri bırakmak ve nefse, boş arzulara ve şeytana muhalif olmaktır.

Baştan sona nefsin halk denen nesneden temiz olması da birinci derecede gelir. Sonra, övülmek, kötülenmek, verilmek, alınmak gibi şeyler o kul için eşit olmalıdır.

Bu yol için bir iki cümle daha söylenir ki, onları da şöyle anlatmak mümkün olur: Bir işin evveli şehadet getirmek, sonrası da sevilmeyi ve kovulmayı bir görmektir.

Bu hâlde kalmak kalbin sağ olmasına bağlıdır. Bir kimsenin kalp âlemi sıhhat bulur, Yaratan'ı ile birleşirse, onun için kovulmakla, kabul olunmak aynı mana taşır.

Övülmek, kötülenmek bir olur. Hastalık ve afiyet aynı olur. Zenginlikle fakirlik fark taşımaz. Dünyanın gelmesi veya gitmesi eşit olur.

Anlattığımız hâller bir kimsede tam olursa, nefsi yok olur. Tabiat ateşi söner. Şeytanı, önünde boynu bükük olur. O sarih kalp için dünya ve onun sahipleri küçük görülür ve âhiret büyür.

Sonra, esas nura kavuşur, ikisini de bırakır. Mevlâ'ya döner. O sahih kalp için halk arasından Hakk'a vardıran bir yol açılır. Hakk'a oradan yol alır.

Sağ, sol onun için ayan olur, yollar o kalp için temizlenir. Her zararlı şey, o iman sahibinin doğruluk ateşinde yanmaktan kaçar ve özünle mevcut heybetten korkar.

Bu hâle eren için Hak kapısından çevirecek ve yoldan alıkoyacak kimse olamaz. Bu hâli benliğinde bulunduran kimsenin savaş erleri, zaferden geri edilemez. Ordusu hezimete uğratılamaz. Kuşu susturulamaz.

Tevhid kılıcı için bir hudut çizilemez. İhlâs adımları yürümekle yorulmaz. Hiçbir iş ona güç gelmez. Hiçbir kapı, önünde kapalı durmaz; açılınca da kapanmaz. Önünde kapılar uçar, kilitler açılır, yönler fethedilir. O, Hak Teâlâ'nın huzuruna varıncaya kadar, kimse durdurmaya güç yetiremez. Bu hâl, Hak tarafından ona bir lütuf olur. Bu lütfu bulduktan sonra onun köşesinde uyur.

Hak ona fazlından yedirir; ülfet hâlinden içirir. Bunları bulduktan sonra beşer kalbinin hatırlamadığını bulur. Kulakların işitmediğini duyar. Gözlerin görmediğini görür.

Hak Teâlâ'nın fazlını, keremini bulduktan sonra, o büyük insan halk arasına yine katılır.

Sebebi; onlara hidayet yolunu göstermesi ve mülk sahibi kılması... Çünkü o kul, sonsuz manevî bir mülke sahiptir. Elinde bulunan cümle şeyi bütünü ile halka dağıtır. Bu öyle bir kuldur ki, Hakk'a vasıl olmuş, onu görmüş ve masivâ denen Hakk'ın zâtından gayri şeyleri bilmiştir.

Artık işi, yâni yeni vazifesi, halkla uğraşmaktır. Onlarla uğraşır, düzeltmek için başlarına vurur. Halka önderdir. Hakk'ın kapısını gösteren bir elçidir. Bu zâta melekût âleminde "Azîm" ismi verilir. Bütün yaratılmışlar, onun kalp ayağı altında durur. Ve ondan gölgelenir.

Bu hâlleri işitip heyecana kapılma. Sen, bir iddiacısın. Sana ait olmayan ve yanında bulunmayan şey için iddia peşindesin. Nefsin seni istilâ etmiş. Halk, dünya hep birden kalbini sarmış.

Dünya ile halk, sana göre Allah'tan -hâşâ- daha büyük... Sen, Allah yolcularına karşı haddini aştın ve onların sayısına katılamadın. İşaret ettiğim şeylere ermek dilersen bütün fâni şeylerden kalbini temizlemeye bak. Emirlere imtisal et. Yasakları yapma.

Kaderin getirdiği şeylere sabırla bak. Dünyalık işleri kalbinden at. Bunları yaptıktan sonra bana gel.

Bu hâlden sonra seninle konuşabilirim ve sonrasını anlatırım. Buna erebilirsen, her arzun yerine gelir. Bu hâli taşımadan laf etmek, ancak hezeyan olabilir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)