KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN III.....

Dünden devam eden

  Resûlü Ekrem (sav) duasında: "Ey Allah'ım! Benim yaratılışımı ve ahlâkımı güzelleştir" ve; "Ey Allah'ım! Beni ahlâkların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru" buyurmuştur.

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN III.....
Mimar Gökhan Demir

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN III.....

    • Resûlullah (sav), daima zikreder ve halkı da zikre davet ederdi. Çünkü ibadetin özü zikirdi. Resûlü Ekrem'in hayatını örnek alan sahabenin zühd ve takva hayatına Kur'ân-ı Kerîm şöyle işaret eder: "Yataklardan yanları uzaklaşır (gece teheccüd namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar); korkarak ve umarak Rab'lerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." (Secde,16)

   "Geceleri az uyurlardı, seherlerde istiğfar ederlerdi:'(Zâriyat,17-18) "Simaları, yüzlerindeki secde alametlerinden bellidir.” (Fetih, 29)

   Hz. Ali (ra), Allah aşkından ve zikrullahtan ciğerinin yanık koktuğu haber verilir. Sahebeler de çok ağlardı.  (Hilye, c. l, s.60-61)

   Keza; Hz. Ali (kv) zahidlerin başı, âbidlerin büyüğüdür. "Görmediğim Allah'a ibadet etmem" diyerek, ibadetindeki ihsan şuurunu ve takvasını ispat etmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sav), Vedâ Hutbesinde insanın yaradılış gayesini teşkil eden işte bu ubûdiyet gerçeğine işaret eder, insanları Allah'a itaate davet eder.

    • Esasen, kulluğun mazisi `Bezm-i Elest'e uzanır. Cenab-ı Hakk'ın, yarattığı ruhlara, "Ben, sizin Rabbiniz ve halikınız değil miyim?" sualine bütün ruhlar; "Evet" demişlerdi. Bu, ezelî bir kulluk muahedesi, anlaşması idi. Bu muahede yahut ezelî biat, ebede doğru uzanıp gidecekti. Nitekim insan, ceset olarak çamurdan şekillenip ruh üflenince halifetullaha namzet bir kul haline geldi: "Hani, Rabb'in meleklere, `Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım: demişti." (Bakara, 30)

   Halife olma sıfatıyla kulluk mükellefiyeti birbirini tamamlar. Zira, halifelik vasfı, Allah'a kul olmanın ileri bir merhalesi veya kulluğun yüceliğine erme halidir. Ve Cenab-ı Hak, kulluk şuuru ve vazifesiyle gönderdiği insana her şeyi hizmet ettirmiştir. Yeryüzü ve her şey insanın emrine verilmiş, insan da Allah'a kulluk için yaratılmıştır: "Yeryüzündeki her şeyi, sizin emrinize müsahhar kıldı." (Casiye,13)

    İnsandaki bu üstünlük, fazilet ve şeref, insanın çamur kalıbına üflenen nefhâ-i ilâhîden gelmek-tedir. Bu nefha, Hak'tan bir cevherdir ve fıtrî yapısı itibarıyla Hakk'a yönelmelidir. Cin ve insanların yaratılış gayesi zaten ibadettir. Çünkü ibadet ve kulluk; Allah'a dönüşün, Hakk'a seyr ü seferin gerçekleşme yoludur. Peygamberlerin görevi de, insanları ibadet yolu ile Hakk'a çağırmak ve çevirmektir. İşte Vedâ Hutbesi'nde üzerinde önemle durulan ubûdiyet gerçeği, bu büyük mânâ ve hedefi yakalamak içindir.

   • Aslında, insanın yanında herşey Allah'a kulluk etmektedir. Şu âyet-i kerîmeler bunu anlatır: "Göklerde ve yerde kim varsa; onlar da, gölgeleri de sabah-akşam, ister-istemez Allah'a secde eder." (Ra'd, 15)

  "Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunanlar O'nu tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (İsra, 44)

    • Şu husus katiyetle bilinmelidir ki, kâmil anlamda kulluğun gerçekleşmesi için nefis terbiye ve tezkiyesi şarttır. Hatta denebilir ki, kulluğun önündeki engel, nefsin günahı ve kötülüğüdür. Nitekim bu gerçek, Vedâ Hutbesi'nin girişinde belirtilmiştir.

"Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü emellerinden O'na sığınırız."

Dikkat edilirse burada insanın içyapısına dikkat çekilmektedir. Hakkını, hukukunu, hürriyetini dâvâ ettiğimiz insan nedir? Bunun bilinmemesi halinde her reçetenin yanlış olacağı, her tedavinin hastalığı daha da vahimleştireceği ortadadır. İşte, ulûhiyet ve ubûdiyet gerçeğinden ve de insanın içyapısından habersiz kişi ya da kuruluşların, insan hak ve hürriyetlerini tesbit etme ve vermede isabetli olamayacakları buradan da anlaşılmaktadır.

    Günümüz psikologları ve sosyologları, aydınları ve de siyasîleri asıl bu hususta vahim bir yanlış ile karşı karşıyadırlar. Resûlullah (sav) Efendimiz,bir diğer hadislerinde,"Senin en büyük düşmanın, iki koltuğun arasında seni kuşatan nefsindir" (Beyhaki. Zühd) buyurmuştur.

   Yine Peygamber Efendimiz (sav): "Şimdi biz, küçük cihad-dan büyük cihada dönmüş bulunuyoruz!" buyurdu. Ashab, "Büyük cihad nedir, ya Resûlellah?" dediler. Resûlullah (sav), "Nefis ile mücahededir" (Minhacül Fukara) diye cevap verdi.

    Bu hayatî konuya Kur'ân-ı Kerîm de ehemmiyetle temas etmektedir: "Ve nedâmet çeken nefse yemin ederim ki..." (Kıyame, 2) Hiçbir mükellefin nefsinden emin olamayacağım, Hz. Yusuf'un (as) ağzından hikâye yoluyla bir âyet-i kerîme bize aanlatmaktdır: "Ben nefsimi temize çıkarmam.Zira nefıs, kötülükle emreder." (Yusuf, 53) Kulun hidayete ulaşması, nefisle mücahedesiyle doğru orantılıdır: "Bizim için mücahede edenleri, bizim yolumuza hidayet ederiz.’ (Ankebut, 69)

  Nefis terbiye ve tezkiyesiyle elde edilen mesut netice ahlâk-ı hamidedir. Sevgili Peygamberimiz, kulluğun güzel ahlâkla tamamlanabileceğini her fırsatta vurgulamış, nübüvvetin gayesinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu beyan etmiştir.

    Hişam'ın oğlu Said anlatıyor: `Resûlullah'ın (sav) ahlâkı, Kur'ân'dır' buyurdular."Resûlullah (sav) bir duasında, "Ey Allah'ım! Benim yaradılışımı ve ahlâkımı güzelleştir." ve yine; "Ey Allah'ım! Beni ahlâkların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru" buyurmuştur.