KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN II.....

Dünden devam eden

      • Esasen, ubûdiyetin temelde mantığı, insanı temizlemektir. İbadetler insanı temizler, nefis ve kalb dünyasındaki mânevî kir ve mikropları ortadan kaldırır. Bir nevi, ibadetler, insanı tedavi eden ilaçlar gibidirler. İnsan temiz yaratılmıştır. İbadetlerle temizlenen insan, yaratılış gayesine uygun olarak fitrî özellikleriyle bir bütünlüğe kavuşur. Demek ibadetler, insanın iç dünyasını temizler, gizli mikropların hasta ettiği mânevî bünyeyi tedavi ederler.

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN II.....
Mimar Gökhan Demir

KULLUK GERÇEĞİ ve İNSAN II.....

    • Dikkat edilirse; İslâm'da cezanın mantığı da, insanı temizlemek içindir. Denilebilir ki, hak adına cemiyeti ve insanlığı kurtarmak için suça âdil ceza vermek de aslında ibadettir. Öyleyse, ibadetin mantığı ile tedavi edici cezanın mantığı birleşiyor, bütünleşiyor.

    • Bu çerçeveden bakıldığında, hak ve adâletin temin edilmesi için Kitap ve Sünnet'e ittiba etmenin, ubûdiyetin en önemli yanı olduğu anlaşılacaktır. Kitap ve Sünnet'e ittiba ilâhî emanete sahip çıkmanın ve de istikamette kalmanın teminatıdır. Nitekim bu hususta Vedâ Hutbesinde Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Ey Nas! Size öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça yanlış yola sapmazsınız. O da, Allah'ın Kitabı ve Resul’ünün Ehl-i Beyti'dir." Aslında adâletin zedelenmesi yahut kaybedilmesi, hislerin ve beşerî zaafların işin içine girmesi sebebiyledir. Bunlardan korunmak için, hatadan beri, en mükemmel ölçüleri havi, adâletin teminatı durumundaki Kitap ve Sünnet'e müracât etmek gerekir. Ekseriya, insan bir hususta hüküm verirken hisleri ona tesir eder ve neticede hisler insanı adâletten uzaklaştırır. Nitekim Hz. Resûlü Ekrem'e (sav) bakan İmam Ali (r.a) ile Ebu Cehil'in Resulûllah'ı vasfetmesi birbirine tamamen terstir. İmam Ali (ra) O'nu övmekle bitiremez ve O'na sevgisini izhar ederken, Ebu Cehil, O'nu yermekte ifrada varmıştır.

  Gerçek şu ki; her yönüyle mükemmel ve zirvede olan Hz. Resûlü Ekrem'in yüceliği Hz. Ali’nin âdil ve berrak iç dünyasını ihya ederken; kalbi mühürlü ve kasvetle dolu, hasetlik ve intikam duygusuyla gözü dönmüş ve kat kat perdelenmiş Ebu Cehil, Resûlullah'ın (sav) o berrak aynasında kendi çirkinliğini seyretmiş ve aslında alabildiğine kendini yermiştir. Aslında bakılan, âlemlerin fahri ve nuru Hz. Peygamber'di (sav). Bakışların neticesini farklı kılan ise menfi'ı vasıflar ve beşerî zaaflardı.• Hüküm vermede, kuvvet unsuru da insanları etkiliyor. Kuvvetliden korkmak ve onun, yanında olmak, beşerî bir zaafiyettir. Hâlbuki hak, haklınındır. Kuvvetlinin kuvveti ne olursa olsun haksız olduğu müddetçe ehl-i hak ve ehl-i basiret yanında zayıftır, acizdir. Bu hak ölçüyü korumak lazımdır. Dünyaya ve olaylara bakışta hak ölçünün önemi büyüktür. Nitekim farklı iki gözü Kur'an-ı Kerim haber veriyor: "Yedi göğü kat kat yaratan O'dur. O Rahman'ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi çevir gözünü (semaya) görebilir misin bir çatlak? Sonra gözü tekrar (semaya) çevir, nihayet o göz, zelil ve hakir olarak sana döner, artık o, aciz kalmıştır." (Mülk,3,4)

   "Sağduyulular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah'ın varlığını ispat için iyice düşünürler ve şöyle derler: Ey Rabbimiz; Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bâtıl şey yaratmaktan münezzehsin (berîsin)." (Âl-i İmran,191)

   Demek ki; görüşün hak hükmün âdil olması için insanın imanla birlikte ubûdiyetle kalbini temizle-mesi, hak ve âdil ölçüye kavuşması esastır. Bütün bunlar, Hakk'a ittiba etme ve ubûdiyet çerçevesinde mütalaa edilmelidir. Hak ve hürriyetlerin teminatı olacak olan insan; kâmil, mükellef ve güzel sıfatlara haiz mükemmel insan (mü'min) olmalıdır.

    • İslâm'ın ve tevhid'in temeli olan "Şehadet Kelimesi", Resûlullah'ın önce kulluğunu, sonra da Resûl olduğunu ifade eder: "... Ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûlüh: Şehadet ederim ki, Muhammed (sav) Allah'ın kulu ve resûlüdür." Görülüyor ki, kulluk, Şehadet kelimesi'nde de yer alan temel bir rükûndur. Kul olmak, hem yaradılışın gayesi, hem de insanın en şerefli halidir. Allah'a kul olmayanlar, fâni varlıklara kul olacaklardır.

    Sevgili Peygamberimiz (sav) kulluğu övmüş, ona davet etmiştir. Kendisi de nümûne-i timsal bir kul olmuştur. Kendisine, "kul peygamber mi, yoksa melik peygamber mi olmak istersin?" teklifi yapılmış, Seyyidü'l-Mürselîn, "kul bir peygamber" olmayı sevmiş ve tercih etmiştir. O'nun yemesi, içmesi, yatıp kalkması, insanlarla münasebeti, gece ibadetleri, tefekkürü, muhasebesi her türlü takdirin üstünde olarak, zâhidâne idi: "Resûlullah (sav) kadar kimse namaz kılamazdı. Mübarek ayakları, fazla kıyamda durmaktan şişerdi. Zikir yapanların da en çok zikir yapanı yine Resûlü Ekrem olurdu." Hz. Aişe validemiz O'na; "Niçin bu kadar kendinizi yorarsınız? Hâlbuki Cenab-ı Hak, sizin günahlarımızı bağışlamıştır." dediğinde O; "Şükreden bir kul olmayayım mı?" cevabını vermiştir.

 

Devam edecek