KUL MASİVADAN ZİKRULLAH İLE KURTULUR.....

   Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Her doğan çocuk fıtrat üzere (İslam üzere) doğar; (isterseniz) şunu okuyun: 'Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver.

KUL MASİVADAN ZİKRULLAH İLE KURTULUR.....
Mimar Gökhan Demir

KUL MASİVADAN ZİKRULLAH İLE KURTULUR.....

Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.' (Rûm, 88/30). Sonra onu ebeveyni (Yahudi ise) Yahudileştirir, (Hıristiyan ise) Hıristiyanlaştırır ya da Mecûsi ise Mecûsileştirir. Tıpkı hayvanın doğurduğu yavrusu gibi? Onda burnu veya kulağı kesik görebilir misiniz?"

    İnsan ruhu, Cenâb-ı Hakk'ın nefhâ-i İlâhîsini taşıması sebebiyle; insan, bu denî âleme gelirken tertemiz olarak gelir. Dikkat edilirse, yeni doğan bir bebeğin nefesi misk gibi tertemiz kokar. O henüz daha günah kirine bulaşmamıştır, günahlarla kirlenmemiştir. Tertemizdir. Tertemiz olarak bu dünyaya gelen insanoğlu, günah kiri ile, bu denî âlemde tanışır. Peygamber Efendimizin hadisinde de belirtildiği üzere her doğan İslam fıtratı üzere doğar.
   Hadiste kastedilen anne-babasının onu saptırmasından kasıt, kişinin içinde yaşadığı dünya ve çevresidir. Günahlar insana bu dünya ile bulaşır. Kişi günahlarını doğuştan getirmez. Âyet-i kerimelerde Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bugünleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi Biz de bugün onları unuturuz." (A'raf: 7/51).

    "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dâir sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: 'Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.' Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine şahitlik ettiler." (En'am: 6/130).

    Demek ki, aldatan ve günaha sürükleyen dünya hayatıdır. Günahlar, insandan temizlenmediği müddetçe insan ruhu esâret altındadır. Onu sahibine ulaştırıp gerçek mânâda hürriyete kavuşturmak ise, ibâdetler ve zikrullah ile nefis tezkiyesi ve terbiyesi yolu ile mümkündür. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: "Allah'ı ananlar ile onları dost edinenler âlimler ve ilim talep edenler dışında dünya ve içindekiler mel'undur (lanetlenmiştir)."

    Dünya ve içindekilerin mel'un oluşu mâsiva olmaları sebebiyledir. Lanetlenenler içinden Allah'ı ananların, onları dost edinenlerin, âlimlerin ve ilim talep edenlerin istisna edilmesi; onların dertlerinin, mâsivadan arınmak, Allah'a vâsıl olmak ve O'nunla olmak istemeleri sebebiyledir. İnsan, bu dünyanın aldatıcı olmasına rağmen, Allah ile beraber olduğu zaman, dünyanın bu aldatıcılığından kurtulabilir. Bu yaşanmıştır ve yaşanabilen bir hâldir. Cenâb-ı Hakk'ın kullarından istediği de budur.

    Tasavvuf, halk içinde Hak ile beraber olma hâlidir. Nitekim tasavvuf, İslam'ın yaşanılır tarzıdır; İslam'ın yaşanılır hâl boyutudur. Resûlullah'ın (s.a.a.), sahabesinin ve özellikle de Ehl-i Beyt'inin hâli-hayatıdır. Cenâb-ı Hakk, bizden, dünyayı yaşarken O'nunla beraber olmamızı, O'ndan gâfil olmamamızı istiyor. İnsan dünya işlerine dalıp Allah'ın zikrinden gâfil olursa, en büyük zarardadır. Böyleleri için Cenâb-ı Hakk şu ikazı yapıyor: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münafikûn: 63/9).

   Abdulkadir Geylani Hazretleri, "Geylani Tefsiri" adlı eserinde, Nâs Sûresi'nin tefsirinde, sûrenin hatimesi bölümünde der ki: "Ey kurtuluşu talep eden! Ey ihlâsa düşkün! Sakın ha sakın, hevâ ve hevese uymayasın! Sakın ha sakın, şehvetlerinle yüzüstü düşüp kalmayasın! Eğer insan, hevâ ve hevesine uyacak, şehevî kuvvetlerine bağlanıp kalacak olursa, onun kalbi artık Şeytan'ın yuvası ve madeni hâline gelir. Zira hevâ ve heves, Şeytan'ın gıdası ve besin kaynağıdır. Fakat insan eğer şehvetleri ile mücahade hâlinde, savaş hâlinde olursa, Şeytan ona musallat olamaz. Bu durumda ise onun kalbi meleklerin mekânı ve yurdu olur. Dünyayı ve nefsin arzularını anma hâli kalp üzerinde baskın gelirse, işte o zaman Şeytan kendisine geniş bir alan bulur. Şerri ve sonucu kötü olan her şeyi pompalamaya, vesvese vermeye başlar. Böylece o kişiyi uçurumlara düşürür. Buna karşılık insan, her ne zaman şehvetlerinden, nefsanî arzu ve isteklerinden yüz çevirir, onlarla layığı veçhiyle mücahade ve mücadele eder, ibâdet ve taata hakkıyla yönelirse, işte o zamanda, Melik olan Allah-u Teâlâ ona hayrı ve iyiliği ilham eder, kurtuluş vesilelerini ona kolaylaştırır. Cennet'e ulaşmanın yollarını gösterir ve öğretir."

   Şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Amacı insanları Allah yolundan uzaklaştırıp, Cehennem'e sürüklemektir. Dünya ile işbirliği içindedir. Şeytan, Allah'ı anmaktan gâfil olduklarında insanlara yaklaşır ve istediğini yaptırır. İnsan âhireti unutur, dünyanın derdine düşer. İnsanlar bir araya toplanıp Allah'ı andıkları zaman, dünya ve Şeytan oradan uzaklaşır. Şeytan dünyaya, 'Bunların ne yaptıklarını görüyor musun?' der. Dünya, 'İlişme, onlar oradan ayrıldıkları zaman, ben onları teker teker boyunlarından yakalar ve sana teslim ederim' diye cevap verir. Bu hâle düşmemek için dâim zikir hâlinde olmak, Şeytan'ı insandan uzaklaştırır.

  Peki bu hâli yakalamak için dünyadan el-etek çekip sadece ibâdete mi yönelmek lazımdır? İnsan, dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmaya elverişli yaratılmıştır. Hayvanlar, dünya; melekler, âhiret; insan ise hem dünya hem de âhiret için yaratılmıştır. Bu münasebetle de İslam, insanı her iki âlemin tasarrufunu elinde bulunduran varlık olarak telakki eder. Birini diğerine tercih etmeyen, Allah için her ikisini de kazanan bir görüş getirmiştir. Onun için ne sadece dünya ve ne de sadece âhiret istenmeyip; Allah rızası için her ikisi de istenir. (Prof. Dr. Haydar Baş, Dua ve Zikir, s.399-404).

Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş, "Dua ve Zikir"